ErAy
 
www
BuMbLeBee  
  Ana Sayfa
  İletişim
  OSMANLI TARIHI
  OSMANLI TARIHI KRONOLOJISI
  Yükselme Devri
  Gerileme Devri ve Son
  Duraklama Devri
  Osmanli da müessese ve medeniyet
  Fetret Devre
  Tahtan Çekilmeler
  tarihimiz
  Padişalar
  Padişaların İndirilmeleri
  Kesitler
  Saltanat ve Yaşları
  ÖLÜM SEBEBLERİ
  Dogum Yerleri
  Dogum Tarihleri
  Tahtan İndirmeler
  Şehzadelerin Vekillikleri
  Askeri Komutanlıkları
  KİŞİLER
  Olaylar
  Mekanlar
  Osmanli padisahlarina kisa bir bakis
  Ziyaretçi defteri
  hürriyet
  Dunyanın Gelmiş Geçmiş En İyi Futbolcusu Kimdir??
  ReDbULLBcOnE
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve silah arkadaşları tarafından, İstiklal Savaşı'nın kazanılması ile, 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve savaşı kazanan devletlerce paylaşılmış Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu ve Trakya'da kalan toprakları üzerine kurulmuştur. İstiklal Harbi, Misak-ı Milli sınırları[25] içinde ülke bütünlüğünü korumak, milli egemenliğe dayalı, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak için tüm milletçe girişilen, çok cepheli bir savaştır. Kurtuluş Savaşı'nda düşmana karşı koyan, ülkenin direniş örgütlenmeleri ve güçleri olan milli güçler, Osmanlı'nın son ordusu ile Kurtuluş Savaşı milis ve gönüllülerinden oluşan Kuvayı Milliye'dir. Kuvayı Milliye, ülkenin dört bir yanının Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan birliklerince ele geçirildiği, Mondros Mütarekesi ile ülkeye ağır koşulların dayatıldığı, Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı, her şeyin bitti sanıldığı günlerde, milletin tepkisi olarak doğan bir halk direnişidir. 12 Haziran 1919'da Havza'dan Amasya'ya gelen Mustafa Kemal Paşa buradan yayımladığı bildiri ile ülkenin içine düştüğü durumu açıklıkla saptıyor, çözümün bütün güçlerin birleşmesinden geçtiğini vurguluyordu. Mustafa Kemal Amasya'da Anadolu ve Rumeli'de kurulan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri'ni birleştirme, kongreler yaparak tüm milletin kesin kararına dayalı yeni bir yönetim kurma amacıyla Amasya Tamimi'ni hazırlamıştır.[26] Bu tamim milli egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Milletin teşkilatlandırma ve mücadele yöntemleri belirginleşmiştir. Milli Egemenlik ve milli bağımsızlık fikri ilk kez ortaya atılmıştır. 8 Temmuz'da İstanbul'a görevinden ve askerlikten ayrıldığını bildirerek, Osmanlı Hükûmeti ile tüm ilişkilerini sona erdiren Mustafa Kemal ertesi gün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi'nin başkanlığına seçildi. 23 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal'in başkanlığında toplanan Erzurum Kongresi'nde[27] alınan karar; “ Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez ” Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk üyeleriMillî direnişi oluşturmada ikinci büyük adım olan ve 4-11 Eylül 1919 tarihinde yapılan Sivas Kongresi'nde[28] Mustafa Kemal Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin başkanı olarak seçilerek Milli Kurtuluş Savaşı'nın yetkili lideri haline gelmiştir. 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Ankara'yı Anadolu'daki direniş hareketinin merkezi olarak seçmiştir. İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Atatürk ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımlayarak, olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara'da toplanacağını bildirerek Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temellerinin Ankara'da atılmasını sağladı. Atatürk 21 Nisan'da yayımladığı ikinci bir bildiri ile, Meclis'in 23 Nisan günü toplanacağını ve açılış töreninin nasıl yapılacağını duyurdu.[29] TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal'i (Atatürk), başkanlığa seçti. Mustafa Kemal, kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü. Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu[1][2][3] veya Osmanlı Devleti[4][5][6], 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş Türk devletidir. 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu devletin ardılı olarak kabul edilmektedir.[kaynak belirtilmeli] Devletin kurucusu ve Osmanlı Hanedanının atası olan Osman Gazi, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandır.[7] Devlet, Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde kurulmuştur. İstanbul ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Bizans İmparatorluğu'nu yıkmış, bazı tarihçilere göre bu Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. Osmanlı Devleti gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cezayir'e, doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi'ne, kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre, Somali ve Yemen'e uzanmaktaydı. Osmanlı Devleti 29 eyaletten ve vergiye bağlanmış Boğdan, Erdel ve Eflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Devlet zaman zaman denizaşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur. Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote[8] (1585), Madeira (1617), Vestmannaeyjar[9] (1627) ve Lundy[10] (1655) bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Devlet altı yüzyıl boyunca Doğu dünyası ile Batı dünyası arasında bir köprü işlevi görmüştür. Büyük Jüstinyen'in 1000 yıl önce egemen olduğu Konstantinopolis (başkent İstanbul ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde ele geçirilen çevre bölgeler)'e sahip olan Osmanlı Devleti, Bizans İmparatorluğu'nun Müslüman bir ardılı olarak kabul edilir. Osmanlı Devleti, Bizanslıların mimari, mutfak, müzik, boş zaman etkinlikleri ve devlet yönetimi alanlarındaki gelenek, görenekler ve tarihi birikimini de benimsemiş ve bu kavramları devlet bünyesinde yaşamakta olan Asya Türk Kültürü ve İslam Kültürü aracılığıyla Osmanlı kültürel kimliği olarak adlandırılan özgün bir biçime dönüştürmüşlerdir. Hakimiyeti altında bulunan topraklarda yaşayan halklar zaman zaman, toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır. Genel olarak din, dil ve ırk ayrımından uzak durduğu için yüzyıllarca birçok devleti ve milleti hakimiyeti altında tutmayı başarmıştır.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı Devleti, Eski Türk örf ve adetlerinin ve İslam kültürünün yükümlülüklerinin doğrultusunda bir yönetim şekli belirlemiştir.[kaynak belirtilmeli] Konu başlıkları [gizle] 1 Tarihi 1.1 Beylik (1299 öncesi) 1.2 Kuruluş (1299 - 1453) 1.3 Yükselme (1453 - 1579) 1.4 Duraklama (1579 - 1699) 1.5 Gerileme (1699 - 1792) 1.6 Dağılma (1792 - 1922) 2 Devlet Örgütü 2.1 Saltanat Makamı 2.2 Divan-ı Humayun 2.2.1 Divan-ı Humayun Üyeleri 2.3 Yerel Yönetimler 3 Din 3.1 Halifelik 3.2 Osmanlı'da misyonerlik 4 Ordu 4.1 Kara Kuvvetleri Ordusu 4.2 Donanma 4.3 Hava Kuvvetleri 5 Ekonomik yapı 6 Osmanlı topraklarındaki şu anki devletler 7 Ayrıca bakınız 8 Kaynakça 9 Dış bağlantılar 10 Notlar Tarihi [değiştir] Osmanlı Devleti Tarihi Ana Dönemler: Beylik Dönemi Kuruluş Dönemi Yükselme Dönemi Duraklama Dönemi Gerileme Dönemi Dağılma Dönemi Özel Dönemler:[ Göster ] Fetret Devri Köprülüler Kutsal İttifak Savaşları Lale Devri Rus Savaşları Nizam-ı Cedid Tanzimat Birinci Meşrutiyet İkinci Meşrutiyet Osmanlı Devleti Tarihi Zaman Çizelgesi Osmanlı Tarihi Kronolojisi Osmanlı Devleti belirli tarihsel dönemlere ayrılarak incelenir. Dönemler, Osmanlı Devleti'nin yönetim yapısına ve dünya siyasetindeki yerine göre belirlenmiştir. Toprak büyüklüğünü temel alan ayrıştırmalardan daha detaylı bir bakış açısına izin vermektedir. Beylik (1299 öncesi) [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devleti Beylik Dönemi Anadolu Selçuklu hükümdarı, Kayı boyu'nu Ankara'nın yakınlarındaki Karacadağ yöresine yerleştirdi. Anadolu Selçuklu Devleti'nin Kayılar'a verdiği bu toprak 1.000 kilometrekareden ibarettir. Kayılar, batıya yönelerek Bizans'ın Söğüt ve Domaniç bölgelerini, Ertuğrul Gazi ile aldılar. Anadolu Selçuklu hükümdarının Osman Bey'e sancak gönderdiği 1299 yılı kuruluş yılı olarak kabul edilir. 13. yüzyıl'da Anadolu, giderek artan ölçülerle Moğol egemenliğine girmeye başladı. 14. yüzyıl başlarında Anadolu'nun batı kısımlarında pek çok Türkmen beyliği ortaya çıktı. Bu beyliklerin en küçüğü, Eskişehir-Sakarya-Söğüt dolaylarındaki Osmanoğulları Beyliği idi. Osmanoğulları Beyliği, artık iyice zayıflamış olan Doğu Roma İmparatorluğu ile karadan sınıra sahip tek Türk Beyliği idi. Osmanoğulları Beyliği'nin kurulduğu Eskişehir-Sakarya- Söğüt dolayları Anadolu'da biçim bakımından İlhanlılar'a bağlı olsa da, Moğol İlhanlı etkisinin uzanamayacağı kadar batıda yer alan bir bölgeydi. Bu yüzden Osmanoğulları Beyliği'nin toprakları, Moğol baskısından kaçan Oğuz aşiretleri, Anadolu Selçuklu asker, memur ve bilim adamı için bir sığınak yeri işlevini görüyordu. Osmanlı Devletinin yanında bir çok boy da orada idi bunlara : uç beylikleri denir. Osmanlı Devleti daha sonradan büyüyerek Avrupa yakasına geçti buradan Doğu Roma'yı alarak Avrupa'ya yayıldı. Kuruluş (1299 - 1453) [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi Bir Türk zincir zırhıOsman Bey; Karacahisar,Bilecik,Yarhisar ve Mudurnu'yu almıştır. Beyliğe adını veren Osman Bey'dir. Osman Bey, Çobanoğulları Beyliği'nin vâsalı olarak akınlarda bulunurken, bu beyliğin Doğu Romayla anlaşması üzerine, bölgede Doğu Roma üzerine akınlarda bulunanlar, etkinliklerini bu kez Osman Bey'in bayrağı altında sürdürdüler. Bu durum yavaş yavaş Osman Bey'i bağımsızlığa iten bir etken oldu. Osmanoğulları Beyliği'nin genişlemesi, Marmara bölgesindeki büyük Doğu Roma kentlerinden Bursa'nın 1326'da Osmanoğulları Beyliği'nin eline geçmesiyle sürdü. Bursa'nın alınışını göremeden o yıl ölen Osman Bey'in yerine geçen oğlu Orhan Bey zamanında da Osmanoğulları Beyliği'nin gelişmesi hızlandı. Para bastırarak Osmanoğulları Beyliğini, Osmanlı Devleti haline getirdi. Bursa'nın ardından Marmara bölgesinin öteki büyük Doğu Roma kentleri, İznik ve İzmit de Osmanlılar'ın eline geçti. Osmanlı ilerlemesini durdurmak isteyen ve başında Doğu Roma İmparatoru III. Andronikos'un bulunduğu bir Doğu Roma ordusu Pelekanon(Maltepe) denilen yerde bozguna uğratıldı (1329). Osman Bey döneminde, Osmanoğulları Beyliği yalnız Doğu Roma topraklarında genişlemişti. Orhan Bey döneminde ise komşu Türk Beyliklerinin topraklarında da genişlemeye başladı. Böylece Osmanlılar hem Karesi Beyliği'nin donanmasına, hem Rumeli'ye geçiş için önemli bir takım noktalara, hem de Rumeli topraklarını iyi tanıyan Karesi komutanlarına sahip oldular. Osmanlılar Rumeli'ye Doğu Roma İmparatorluğu'nda Palaiologoslar ile Kantakuzenoslar arasındaki taht kavgalarından yararlanarak, 1354'te ayak bastılar. Osmanlılar'ın Balkanlar'da ele geçirdikleri ilk üs Gelibolu Yarımadası'nda Çimpe Kalesi oldu. Orhan Bey'in yerine oğlu I. Murat (1362 - 1389) geçti. Doğu Roma o sıralarda iç karışıklıklar içindeydi. Kantakuzen, Orhan Bey'den, Çimpe Kalesi karşılığında yardım istedi. Orhan Bey, Doğu Roma Tekfurlarını (vali) bozguna uğrattı ve Çimpe'yi Rumeli'ye geçişte üs olarak kullandı. İznik ele geçince Orhan gazi tuğrasının olduğu ilk Osmanlı parasını bastırtarak, tarihteki ilk padişah oldu. Donanma ilk kez Orhan Bey zamanında kuruldu ve Osmanoğulları Beyliği, Osmanlı Devleti haline geldi. Yine Orhan Gazi zamanında, 6 yıl süren kuşatmanın ardından Bursa alınarak başkent yapıldı. I. Murat Hüdavendigar Balkan fetihlerini hızla sürdürdü. 1363'te Edirne yakınlarında Sazlıdere denilen yerde, Osmanlı ilerlemesini durdurmak isteyen bir Doğu Roma - Bulgar ordusu yenilgiye uğratıldı ve bu zaferin ardından Edirne Osmanlılar'ın eline geçti. Kısa bir süre sonra, Edirne'yi geri almak isteyen Macar - Sırp - Bulgar - Eflâk - Bosna birleşik ordusu Edirne yakınlarında, Sırpsındığı Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğratıldı (1364). Osmanlılar kısa süre içinde Bulgaristan'ı, Yunanistan'ı ve Sırbistan'ı ele geçirmeyi başardılar. 14.yy. sonlarında Osmanlı sınırı Tuna'ya ve Belgrad'a dayanmış bulunuyordu. Balkan devletlerinin ve onları destekleyen Avrupa devletlerinin Osmanlı ilerlemesini durdurma çabaları, I. Kosova Savaşı (1389), Niğbolu (1396), Varna (1444), II. Kosova Savaşı (1448) savaşları ile kırıldı. İstanbul'un Osmanlılar'ın eline geçmesinden önce Belgrad ve dolayları, Arnavutluk, bazı liman şehirleri dışında Balkanlar büyük ölçüde Osmanlı egemenliğine girmiş bulunuyordu. Bu döneminde Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı ile I.Murat'ın oğlu Şehzâde Bayezit'in evlenmeleri, Kütahya, Tavşanlı, Emet, Simav ve Gediz dolaylarının çeyiz olarak Osmanlılar'a geçmesine neden oldu. Yine 1.Murat döneminde Osmanoğulları Beyliği, Hamitoğulları Beyliği'nden Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Karaağaç ve Seydişehir'i 1374'te 80.000 altın karşılığı satın alarak Anadolu'daki bu genişleme, kendilerini Anadolu Selçukluları'nın vârisi sayan Karamanoğulları Beyliği ile sınırdaş yaptı ve bu durum Osmanlı - Karaman mücadelesinin başlamasına neden oldu. I. Murat'ın oğlu Yıldırım Bayezit (I. Bayezit) (1389 - 1402) tahta geçer. Yıldırım Bayezit döneminde, Anadolu Türk birliği yeniden sağlandı. Ancak Osmanlı'nın bu kadar güçlenmesi, o sırada bir Çin seferi hazırlığında olan Timuru korkuttu. Batısında böylesine güçlü bir devlet bırakmak istemeyen Timur, Karakoyunlu ve Celayirîli hükümdarının Osmanlı'ya sığnmasını bahane ederek Osmanlı'ya savaş açtı ve Ankara'ya kadar geldi. O sırada İstanbul'u kuşatmakta olan bayezid kuşatmayı kaldırdı ve Çubuk Ovası'nda Timur'un ordusu ile karşılaştı. Yapılan Ankara Meydan Savaşı'nda bayezid kendisine bağlı Türk boylarının ona ihanet etmesinin de etkisiyle çok ağır bir yenilgi aldı. Timur, Devleti Bayezid'in oğulları İsa, Musa, Mehmet ve Süleyman çelebiler arsında paylaştırdı ve Anadolu beylerini eski topraklarına kavuşturdu. Yıldırım'ın oğlu Mustafa Çelebi'yi de beraberinde Semerkant'a götürdü.( Mustafa çelebi daha sonra 1. Mehmet (Mehmet Çelebi) devrinde ülkesine döndü ve hükümdarlık iddiasında bulundu. Selanik dolaylarında kuvvet toplayan mustafa çelebi Mehmet Çelebiye yenilerek Doğu Roma'ya sığındı -Düzmece Mustafa olayı-. Doğu Roma'nın elinden bir müddet sonra kurtulan Mustafa çelebi II. Murat zamanında tekrar isyan çıkarmışsa da II. Murat onu Edirne'de yakalayarak idam ettirdi 1422). Bu arada Akşehirde bulunan Yıldırım Bayezid üzüntüsünden öldü (1422). "Fetret Devri" adı verilen bu dönemde Mehmet Çelebi kardeşlerini yenerek 1413 yılında tahta çıktı. Çelebi Mehmet, anadolu türk birliğini bir ölçüde yeniden sağladı ve devleti eski gücüne kavuşturdu.Bu dönemde Venediklilerle yapılan ilk deniz savaşı, başarısızlıkla sonuçlandı.1421'de yerine oğlu Sultan II. Murat padişah oldu. Yükselme (1453 - 1579) [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devleti Yükselme Dönemi Fatih Sultan Mehmet'in Bellini tarafından yapılmış portresi Osmanlı Devleti'nin büyümesi(1299-1683)II. Mehmed, 1453'te kuşattığı İstanbul'u 29 Mayıs 1453'te zaptetti ve devletine başkent yaptı. Ardından, Doğu Roma tahtı üzerinde hak iddia edebilecek hânedanlara karşı harekete geçti. Mora Despotluğu (1460), Trabzon Rum İmpratorluğu (1461) ve Palailogoslar ile akrabalığı bulunan Galtulusi ailesinin ortadan kaldırdı. Sırbistan, Bosna ve Hersek'i ilhâk etti (1459). Balkanlar'da genişleme Osmanlı Devleti'ni Tuna üzerinde Macaristan'la; Arnavutluk, Yunanistan kıyıları ve Ege Denizi'nde Venedik'le karşı karşıya getirdi. Uzun bir savaş (1463 - 1478) sonunda Venedik, İşkodra, Akçahisar kentleriyle Limni ve Eğriboz adalarını Osmanlılar'a bırakmayı ve elde ettiği ticaret serbestliği karşılığında her yıl 10.000 altın ödemeyi kabul etti. Bu savaş sürerken II. Mehmed, Karamanoğulları Beyliği'ni ortadan kaldırdı (1468); Karamanoğulları'nı koruyan ve Venedik'le bir antlaşma yapan Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan'ı Otlukbeli'nde ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu zaferle Osmanlı Devleti Fırat'ın batısındaki Anadolu topraklarına yerleşti; Gedik Ahmet Paşa'nın Toroslar'ı ve Akdeniz kıyılarını zaptetmesiyle de Mısır Memlûkları ile sınırdaş oldu. Gedik Ahmet Paşa'nın 1475'te kuzey Karadeniz'e yaptığı sefer, Ceneviz kolonileri Kefe ve Sudak'ın fethi ve Kırım Hanlığı'nın Osmanlı himayesine girmesiyle sonuçlandı. Böylece Osmanlı Devleti bir iç deniz durumuna gelen Karadeniz üzerinde siyâsi ve iktisâdi tam bir egemenlik kurdu. II. Mehmed'in güney İtalya'nın fethiyle görevlendirdiği Gedik Ahmet Paşa, denizaşırı bir seferle Napoli Krallığı'nın elinde bulunan Otranto'yu aldı ve İtalya içlerinde harekâta başladı. Ama II.Mehmet'in 49 yaşındaki ölümü (1481) bu seferin yarım kalmasına neden oldu. Ana madde: İstanbul'un Fethi II. Bayezit (1481 - 1512), taht kavgasına girişen kardeşi Cem'i yeniçerilere dayanan İshak ve Gedik Ahmet paşaların desteğiyle yendi; Cem, Rodos Şövalyeleri'ne sığınmak zorunda kaldı. 1484'teki Boğdan seferi ile kuzey ticaretinin zengin limanları Kili ve Akkerman Osmanlı Devleti'ne katıldı. Cem'i ve Karamanoğulları'nın kalıntılarını destekleyen Memlûklar'la savaş (1485 - 1491) ise genellikle Osmanlılar'ın yenilgisiyle sonuçlandı. Venedik'le savaş (1499 - 1503), Devlete Modon, Koron, Navarin, İnebahtı limanlarını kazandırdı. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'in Anadolu'daki müritlerine karşı şiddetli bir mücadeleye girişti. Şah İsmail'e karşı Çaldıran'da kazandığı zaferden (1514) sonra Tebriz'e kadar ilerledi. Bundan sonra I. Selim, Memlükler'a karşı harekete geçti. Ateşli silahlardaki üstünlüğü sayesinde kazandığı Mercidâbık (1516) ve Ridâniye (1517) savaşları, Osmanlı Devleti'ne Suriye, Filistin ve Mısır'ı kazandırdı. Hicaz, Osmanlı egemenliğine girdi. Böylece Osmanlı Devleti, Hint Okyanusu'na açılma olanağına kavuştu ve İslam dünyasının önderliğini tartışmasız biçimde ele geçirdi. Bu arada I. Selim, halife ünvânı aldı ve bu unvan kendisinden sonra gelen Osmanlı padişahları tarafından da kullanıldı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde devlet en güçlü ve şaşalı dönemini yaşamıştır.46 yıllık hükümdarlığında devlet doğal sınırlarına ulaşmış ve tam anlamıyla günümüzde süper güç tabir edilen konuma ulaşmıştır.Öyle ki dönemin en güçlü ülkelerinden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile yapılan bir antlaşmada Osmanlı Vezir-i azamı ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hükümdarı denk kabul edilmiştir. Yani Osmanlı nın 2.adamı ancak diğer ülkeleri muhattap alacak seviyededir. Duraklama (1579 - 1699) [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devleti Duraklama Dönemi Osmanlı'da duraklama dönemi Sokullu Mehmet Paşa'nın ölmesiyle başlamıştır. Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu, devlet yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve iç isyanların çıkmasına neden olmuştur. Özellikle yeniçeriler artık padişaha karşı gelmekteydi. Yeniçerilerdeki 'Ocak, devlet içindir.' anlayışı yerine 'Devlet, ocak içindir.' anlayışı gelişmiştir. Avusturya ve İran seferleri sonucu oluşan ekonomik sıkıntılar, tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki sıkıntılar ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucu devlet duraklama dönemine girmiştir. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşisi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı ekonomisini yıpratmıştır. Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş, ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçmiştir. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin belkemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. Osmanlıda eğitim(ilmiye)nin bozulması da Osmanlıyı geriletmiştir. Avrupadaki gelişmeleri (Reform,Rönesans) Osmanlı'nın takip etmemesi Osmanlı için bir dezavantaj olmuştur. NOT:Osmanlı Devleti'nin eğitim sisteminin bozulmasının nedeni Beşik Ulemalığı denilen sistemin ortaya çıkmış olmasıdır.Bu sisteme göre müderrislerin(Öğretmen) yeni doğan çocukları doğduğu andan itibaren medrese(Eğitim yuvası) öğretmeni sayılıyordu. Gerileme (1699 - 1792) [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması’ndan (1699) başlayarak, Yaş Antlaşmasına kadar (1792) geçen süreye denir. Bu dönemde Karlofça ve İstanbul Antlaşması’yla kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları korumak amacıyla batıda Avusturya ve Venedik, kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır. Bu yüzyılda Avrupa’dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması’ndan itibaren kabul edilmiş ve yapılan ıslahatlarda Avrupa örnek alınmıştır. 26 Ocak 1699 tarihinde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı-Kutsal ittifak Savaşları'nı bitirmiştir. Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemi başlamıştır. Papa tarafından Osmanlı Devleti'ne karşı Almanya İmparatorluğu, Avusturya Arşidüklüğü, Polonya Krallığı, Rusya Çarlığı, Malta Sen Jean Şövalyeleri Tarikati ve Venediklilerden(İtalyan) oluşan bir ittifak ile uzun süren savaşlar sonunda yorgun düşen Osmanlı Devleti, Banat ve Temeşvar hariç, bütün Macaristan ve Erdel Beyliği Avusturya'ya, Ukrayna ve Podolya Lehistan'a, Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere bırakmıştır. Karlofça Antlaşması Lale Devri 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı Küçük Kaynarca Antlaşması Nizam-ı Cedid Dağılma (1792 - 1922) [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devleti Dağılma Dönemi Sultanahmet Meydanı'nda halk yürüyüşü II. Abdülhamit döneminde basılmış Osmanlı Devleti'nin Ortadoğu'daki topraklarını gösteren harita (1893)Bu dönem 1792 Yaş Antlaşması ile başlayıp 1922 de Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar devam eden dönemdir. Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından yararlanıp denge politikası izleyerek varlığını korumaya çalışmıştır. Osmanlı Avrupa'da çıkan isyanlar ve uzun süren Rus savaşları ile iyice yıpranmış ve devlet yönetiminde ıslahata yönelik çalışmalar yapılmış isede pek başarılı olunamamıştır. Ayastefanos Antlaşması Berlin Antlaşması Sırp İsyanı(1804) 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması Yunan İsyanı 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması Mehmet Ali Paşa isyanı Tanzimat Fermanı(1839) Kırım Savaşı(1853-1856) 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) Dömeke savaşı (1897 Osmanlı Rus savaşı) Trablusgarp Savaşı (1911-1912) Balkan Savaşları (1912-1913) I. Dünya Savaşı (1914-1918) Çanakkale Savaşları (1915-1916) Saltanatın Kaldırılması (1921) Lozan Barış Antlaşması Devlet Örgütü [değiştir]Ana madde: Osmanlı Devlet Teşkilatı Fatih, Osmanlı ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in Osmanlı Devleti düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Saltanat Makamı [değiştir]Ana madde: Osmanlı padişahları Ayrıca Bakınız: Osmanlı Hanedanı soy ağacı Osmanlı hanedanınıdan 36 padişah toplam 623 sene hüküm sürmüştür. İlk önce Bey diye adlandırılan padişahlar, 1383'den itibaren Sultan, 1517 tarihinden sonra da Sultan unvanına ek olarak Halife unvanını da taşımaya başlamışlardır. Osmanlı padişahları tahta çıktıklarında yayımladıkları bir tür genelge olan Adaletnâme; kanunlara uyulması ve herhangi bir haksızlığa hiç kimsenin uğratılmaması konuları hakkında kaleme alınırdı. Türk tarihi Ön Türk[ Göster ] Ön Türkler Tengricilik Bozkır İmparatorluğu Geleneği Bozkır İmparatorlukları[ Göster ] Göçebe Hiung-nu Batı • Kuzey • Güney Cücenler Akhunlar Göktürk Kağanlığı Doğu • Batı • İkinci Uygur Kağanlığı Türgişler • Karluklar • Kırgızlar Yerleşik Beş Barbar Onaltı Krallık Han Çov • Hou Çov • Vey • Hya Kansu Uygur Krallığı Karahoca Uygur Krallığı Karahanlılar • Doğu Karahanlılar • Batı Karahanlılar Beş Hanedan On Krallık Şatuolar Hou Tang • Hou Jin Ural'ın Batısı Avar Kağanlığı Hazar Kağanlığı Peçenekler İdil Bulgarlar Memlûklar / Türkmenler[ Göster ] Hindistan Gazneliler Delhi Sultanlığı Mısır Eyyubiler Memlûk Sultanlığı İran Karakoyunlular Akkoyunlular Safevi Hanedanı Afşar Hanedanı Kaçar Hanedanı Moğolların Mirasçıları[ Göster ] Cuci'nin Ulusundan Doğan Ülkeler Altın Orda Toka Temür Sülalesi Kırım Hanlığı Kazan Hanlığı Kasım Hanlığı Astrahan Hanlığı Kazak Hanlığı Nogay Orda Şiban Şülalesi Sibir Hanlığı Şeybani Hanlığı Buhara Hanlığı Hive Hanlığı Kokand Hanlığı Buhara Emirliği Çağatay'ın Ulusundan Doğan Ülkeler Doğu Çağatay Hanlığı Yarkand Hanlığı Timur İmparatorluğu Babür İmparatorluğu Anadolu - Rumeli[ Göster ] Selçuklular Büyük Selçuklu Irak Selçuklu Kirman Selçuklu Anadolu Selçuklu Beylikler İzmir Çaka Beyliği (1081 - 1098) Dilmaçoğulları Beyliği (1085 - 1192) Danişmendliler Beyliği (1092 - 1178) Saltuklu Beyliği (1092 - 1202) Ahlatşahlar Beyliği (1100 - 1207) Artuklu Beyliği (1102 - 1408) İnaloğulları Beyliği (1098 - 1183) Mengüçlü Beyliği (1072 - 1277) Erbil Beyliği (1146 - 1232) Çubukoğulları Beyliği (1085 - 1092) Atabeylikler Zengiler İldenizliler Böriler Anadolu Beylikleri Osmanlı İmparatorluğu (1299 - 1922) Taşanoğulları Beyliği (1350 - 1398) Çobanoğulları Beyliği (1227 - 1309) Karamanoğulları Beyliği (1256 - 1483) İnançoğulları Beyliği (1261 - 1368) Sâhipataoğulları Beyliği (1275 - 1342) Pervaneoğulları Beyliği (1277 - 1322) Menteşeoğulları Beyliği (1280 - 1424) Candaroğulları Beyliği (1299 - 1462) Karesioğulları Beyliği (1297 - 1360) Germiyanoğulları Beyliği (1300 - 1423) Hamitoğulları Beyliği (1301 - 1423) Saruhanoğulları Beyliği (1302 - 1410) Tacettinoğulları Beyliği (1303 - 1415) Aydınoğulları Beyliği (1308 - 1426) Tekeoğulları Beyliği (1321 - 1390) Dulkadiroğulları Beyliği (1339 - 1521) Ramazanoğulları Beyliği (1325 - 1608) Kadı Burhaneddin Devleti (1381 - 1398) Eşrefoğulları Beyliği (1300 - 1326) Türk Cumhuriyetleri[ Göster ] Cumhuriyetler Azerbaycan Cumhuriyeti Kazakistan Cumhuriyeti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Özbekistan Cumhuriyeti Kırgızistan Cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti Türkmenistan Cumhuriyeti Tarihi Türk Devletlerin Tam Listesi İçin.. Tarihî ve çağdaş Türk devletleri Türk tarihi literatürü g • t • d Divan-ı Humayun [değiştir]Osmanlı Devleti kurulduğunda bir divan vardı ve belli başlı uyeleri bulunmaktaydı. Bunlar; Padişah,Vezir-i Azam, Rumeli ve Anadolu Kazasker'leri, Defterdar, Şeyhülislam,Kaptan-ı Derya, Nişancı Fatih Sultan Mehmet'ten sonra Vezir-i Azamların görüşlerini daha rahat söylemesi için padişahlar arka tarafa bir bölümde izlemiş toplantılara Vezir-i Azam başkanlık yapmıştır. Divan-ı Humayun Üyeleri [değiştir]Vezir-i Azam:Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır. Padişahın mührünü taşırdı.Bugünkü başbakandır. Vezir:Sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir. Sadrazamın verdiği görevleri yapardı. Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu. Adalet işlerine bakardı. Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı. Bugünkü yargı görevini yaparlardı. Defterdar:Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı. Rumeli'deki baş defterdardı. Maliye işlerini yapardı. Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü. Nişancı:Tapu,kadastro,fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini yürütürdü. Şeyhülislam:Devlet'te iken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu karara fetva denirdi. Sadrazamla eşit rütbedeydi. Kaptan-ı Derya:Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur. İstanbul'dayken Divan toplantılarına katılırdı. Divan-ı Hümayun 2.Mahmut dönemi'de kaldırılarak yerine nazırlıklar(bakanlıklar)kuruldu. Yerel Yönetimler [değiştir]Osmanlı Devleti yönetim birimleri bakımından büyükten küçüğe aşağıdaki gibidir. Yönetim Birimleri Kaza (Eyalet) Sancak (İl) Nahiye (Bucak) Kasaba Köy Yönetenler Kazayı Beylerbeyi Sancağı Sancakbeyi yönetmekteydi. Din [değiştir]Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı. Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu. Halifelik [değiştir]Ana madde: Hilafet Hilafet veya Halifelik, İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslamiyet Peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplumu veya İslam Devleti'ni vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur. Halifelik daha çok müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği Şiî'likteki ya da Alevilik'teki İmamet'ten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa Ümmet'in biat'ı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir. Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ilerigelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı'na geçen halifelik, 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmıştır. Osmanlı'da misyonerlik [değiştir]Ana madde: Osmanlı'da misyonerlik 1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Misyonerlik faaliyetlerini bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini artırmıştır. Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara göndermişlerdir. Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika Kıtası, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır. Ordu [değiştir]Ana madde: Osmanlı Askeri Teşkilatı Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur. Osmanlı Devleti Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır. Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler. Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu. Kara Kuvvetleri Ordusu [değiştir]Ana madde: Osmanlı Ordusu Topcu armaYaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ordusu başlıca 3 ana kuvvetten oluşmaktadır. Bunlar; Kapıkulu Ocağı, Eyalet Askerleri, Akıncılardır. Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuluyordu. Donanma [değiştir]Ana madde: Osmanlı Donanması Bir minyatürde Osmanlı kadırgası.‎ Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması İzmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır. Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır. Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti. Bu yıllarda Türk Denizciliği'nin ilk ismi Çaka Bey İzmir'de donanmasını kurmuş, daha sonra ise kızını Kılıçarslan ile evlendirmiştir. Ayrıca daha sonralardan donanmamıza kadırga isimli gemiler girdi. Kadırga hem küreği hem de yelkeni olan gemidir. Hava Kuvvetleri [değiştir]Ana madde: Osmanlı Hava Kuvvetleri Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından temelleri atılan Osmanlı Hava Kuvvetleri, 1911 yılında Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2. Şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir. Havacılık Komisyonu'nun temellerini Fransa’dan satın alınan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak oluşturmuştur. Hunların büyük kısmı, Volga’dan batıya geçerken, onlardan bir kısmı olduğu ileri sürülen Ak Hunlar, 4. yüzyılda Batı Türkistan’a göçerek, burada Ak Hun devletini kurmuşlardı. Ak Hunlar, 441 senesinde Semerkand, Buhara ve Belh çevresini ele geçirerek, İran Sâsânî Devletiyle komşu oldular. Bir süre sonra Horasan’a sefer düzenleyen Türkler, Sâsânî hükümdarı Şehinşah Firûz’u mağlup ettiler. Ak Hunlar, bu parlak zaferden sonra tam bir asır Türkistan ve Afganistan’ın kudretli hakimi olarak hüküm sürdüler. 6. Asrın başlarında Ak Hunlar, ülkelerini Göktürklere bırakmak zorunda kalarak, onların tâbiiyeti altına girdiler. M.S. 3. yüzyıl başlarında, Türklerin Tabgaç Hanedanı, Kuzey Çin’de güçlü bir siyasî teşekkül meydana getirerek, Asya Hunlarının yerini aldı. Tabgaç hakimiyeti, hükümdar Kuei zamanında (385-409) Pekin’e kadar uzandı. Bu durum, Tabgaçların Çin’le çok fazla yakınlık kurmalarına ve onların hayatlarına alışmalarına yol açtı. O kadar ki, bazı Tabgaç yabguları, Çinlilere hayranlıkları yüzünden kendi halklarını ve kültürlerini hor gördüler. Bu durum, Tabgaçların, Çin kültürü ve Çin kalabalığı içinde eriyip gitmelerine sebep oldu. Onların yerine 4. asrın sonunda, iktidar, Avar hanedanının eline geçti. Avar Türkleri, önceleri Hun ve Tabgaç hanedanlarının hakimiyeti altında yaşıyorlardı. Tabgaç iktidarının zayıflamasıyla Orta Asya hakimiyetini ele geçiren Avar Hanedanı, 4. yüzyıl sonundan 6. yüzyıl ortasına kadar devam etti. Avar kağanları hem doğuda, hem batıda fetihler yapmışlar, esas olarak Çin’le uğraşmışlardır. Avar Devleti, Onabay Kağan zamanında Göktürklerin isyanı üzerine yıkıldı (552). Göktürkler karşısında uğranılan başarısızlık üzerine, Avar kitleleri batıya doğru çekildiler. 558 yılında, Sabarlar’ın hakimiyetini yıkıp, Kafkaslara doğru ilerlediler. Buradaki İranlı Alanları egemenlikleri altına aldıktan sonra, Bizans’a elçi gönderek yıllık vergi ve kendilerinin yerleşebilecekleri arazi istediler. Bu arada Dalmaçya’da ve Balkanlar’da geniş çaplı bir fetih hareketine giriştiler. Bizans İmparatoru, Avar akınını durdurmak maksadıyla, Aşağı Tuna havzasında, başta Antlar olmak üzere, bazı Slav ülkelerinde bir set kurmaya çalıştı. Fakat 562′de bu engeli rahatlıkla aşan Avarlar, Bizans’la sınırdaş oldular. Avrupa içlerine büyük akınlarda bulundular. Bizans İmparatorunun vergi ödememesi üzerine Orta Karpatlara girdiler. 568′de, bugünkü Macaristan’ı tamamen hakimiyetleri altına aldılar. Böylece Orta Avrupa’da büyük Avar İmparatorluğu kuruldu. Devletin sınırları, Elbe Vadisi ve Alp Dağlarından Don Nehrine kadar uzanıyordu. Avar Hakanlığının ikiyüz yıl kadar süren hakimiyeti devrinde en mühüm askerî teşebbüsleri, İstanbul’u kuşatmalarıdır. 619 ve 626 yıllarında iki defa olmak üzere, Sâsânîlerle ortak yapılan bu kuşatmalar çok şiddetli geçti. Surlar önünde çarpışmalar günlerce sürdü. Ancak Avar ordusu kuşatmadan, donanması olmadığı için bir sonuç alamadı. Güç şartlar altında çekilmek zorunda kaldı. Avarların, Bizans başşehrinde büyük heyecan uyandıran özellikle ikinci harekâtı, tarihî birtakım hatıralar da bıraktı. Avarların çekildiği gün, Bizans’ta bayram ilan edildi ve kiliselerde âyinler asırlarca devam etti. Diğer taraftan İstanbul kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması, Avar Hakanlığının itibarını sarstı. Tâbi kavimler başkaldırmaya ve dağılmaya başladılar. Uzun mücadeleler neticesinde, Balkanlar Bulgaralara, Tuna-Sava bölgesi Hırvat-Sloven gibi Slav kabilelerine, Bohemya sahası da Çeklerin atalarına terkedildi. Zayıflayıp küçülmesine rağmen Avar Hakanlığı, yaklaşık 170 yıl daha varlığını korudu. Fakat, 791′den itibaren Frank İmparatorluğunun amansız hücumları sonunda tamamen ortadan kalktı(805). Parçalanan Avar grupları, Doğu Macaristan ve Balkanlara dağılıp kısa zamanda Hıristiyanlaşarak ve dillerini unutarak, yerli halk içinde eridi. Türk sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak kullanan ve onu bütün bir millete ad olarak vermek şerefini kazanan Göktürk Kağanlığı, Doğu Sibirya’daki Yakut Türkleriyle batıdaki Ogur (Bulgar) Türklerinin bir bölümü dışındaki Türk asıllı bütün kütleleri, kendi idarelerinde birleştirdiler. Göktürklerin tarih sahnesine çıktıkları sıralarda, Altay Dağlarının doğu eteklerinde, toplu bir halde, geleneksel sanatları olan demircilikle uğraştıkları ve Juan-Juan Devletine silah imal ettikleri bilinmektedir. 552′de Juan-Juan Devletinin çökmesi üzerine Göktürklerin boy beyi Uluç Yabgu’nun oğulları Bumin ve İstemi Kağanlar, Ötüken merkez olmak üzere devleti kurdular. Avar Kağanlığını yıktılar. Bumin Kağan, devletin doğu bölgesine, İstemi Kağan da batı bölgesine hükümdar oldu. Doğu Göktürkler, siyasî bakımdan hep Çin’le karşı karşıya geldiler. Çin’le sık sık savaşlar yapılıyor, arada uzun sürmeyen barış dönemleri geliyordu. Doğu Göktürk Devletinin başına Bumin Kağan’dan sonra sırasıyla, İstemi Kağan, Kara Kağan, Mukan Kağan, Tapo Kağan, İşbara Kağan, Çur Bağa Kağan, Tulan Kağan, Bilge Tardu Kağan, Türe Kağan, Şipi Kağan, Çuluk Kağan ve Kara Kağan geçti. Bu Göktürk kağanları da önceki Türk hükümdarları gibi, Çinli prenseslerle evleniyorlardı. Çinliler ise zaman zaman gönderdikleri elçilerle, zaman zaman da bu Çinli hatunlar sayesinde Göktürk ülkesinde siyasî karışıklıklar ve parçalanmalar meydana getirebiliyordu. Nitekim Çinli İçing Hatunla evlenen Kara Kağan, onun etkisinde kalarak Çin’e savaş açtı (630). Yapılan savaşlardan birinde Kara Kağan esir düştü ve Türkler, Çin hakimiyetini tanımak zorunda kaldılar. Göktürklerin en buhranlı zamanında açılan bu savaş, Kara kağan ve onbinlerce Türkün esareti ve devletin yıkılmasıyla sonuçlandı. 582′de Doğu Göktürk Hakanlığı’ndan kesin olarak ayrılan; Ötüken, Batı Moğolistan, Aral Gölü havalisi, Kaşgar, Mâverâünnehir ve Merv’e kadar Horasan sahaları üzerinde hakim bulunan Batı Göktürk Hakanlığı’nın hakimiyeti de uzun sürmedi. Tardu Kağan’dan sonra ülke, şehzadeler arasında taht kavgalarına sahne oldu. Nihayet 630 yılı, Doğu Göktürklerinin olduğu gibi Batı Göktürklerinin de Çin hakimiyeti altına girdiği bir devir oldu. 630-680 yılları arasındaki 50 yıllık zaman, Göktürklerin bağımsızlıklarını kaybettikleri bir mâtem devresi oldu. Her ne kadar Orta Asya’da Türkler varlıklarını, dil, inanç ve geleneklerini korumuşlarsa da, müstakil bir devletten mahrumiyet, Göktürkler için haysiyet kırıcı bir ıstırap kaynağıydı. Kitabelerden anlaşıldığına göre, Göktürkleri bu felâkete düşüren sebepler, üç noktada toplanmaktadır: 1. Sonra gelen devlet adamlarının kötü idaresi. “Kağan bilge imiş, cesur imiş; buyrukları bilge imiş, cesur imiş. Beyleri de kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler. Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi olmadığı, oğul babası gibi olmadığı için, bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, fena imiş… Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler.” 2. Türk kavminin yanlış tutum ve davranışı. “Türk budunu… Sen aç olduğun zaman tokluğunu düşünemezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün. Müstakil hanlığına karşı kendin yanıldın. Doğuya gittin, batıya gittin, kutlu yurt Ötüken’i terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın. Kemiklerin dağlar gibi yığıldı. Türk budunu, kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına giren Türk budunu öldü, mahvoldu.” 3. Çinlilerin bölücü ve yıkıcı propagandası. “Çin kavminin sözü tatlı, hediyesi güzel imiş. Tatlı sözü, güzel hediyesi, uzak kavimleri yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayarmış. İyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, güzel hediyesine kapılan çok Türk kavmi öldü.” Millet, kendisine de şöyle sesleniyordu: “Ülkeli bir kavim idim, şimdi ülkem nerede? Hakanlı bir kavim idim, hakanım nerede?” Bu düşünceler içindeki Türk prensleri, zaman zaman ihtilâl girişimlerinde bulundularsa da, hepsi kanlı bir biçimde bastırıldı. Bu hareketler arasında en hayret verici olanı, 639 yılında Kürşad’ın ihtilâl teşebbüsüdür. T’ang imparatorunun saray muhafız kıtası subaylarından olan Göktürk prensi Kürşad, Türk devletini diriltmek için, 39 arkadaşı ile gizlice anlaştı. Bazı geceler şehirde dolaşmaya çıkan imparator, yakalanarak kaçırılacaktı. Fakat plânın tatbik edileceği gece ansızın patlayan fırtına yüzünden, İmparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini mahzurlu gören Kürşad ve arkadaşları bu defa doğruca saraya yürüdüler. 40 Türk, sarayı ele geçirip, başkente hakim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildiyse de, dışarıdan sevkedilen orduyla başa çıkılamadı. Bunun üzerine saray ahırlarından seçme atları alarak Vey Irmağına doğru çekildiler. Ancak, fırtına ve sel, köprüleri de yıkıp götürmüştü. Irmak kenarında Çin ordusuyla savaşa tutuşan Kürşad ve arkadaşları, birer birer ecel şerbetini içerek bu dünyadan göçtüler. Kürşad liderliğindeki kırk yiğit, başarısız kaldılarsa da, Türk milletinin kalbindeki sönmez istiklâl ateşini tutuşturdular. Onlardan sonra bu ateşle yanan Türkler, her fırsatta baş kaldırdılar. Birkaç kez daha başarısız ihtilâl girişiminden sonra, nihayet 682 yılında Kutlug Şad, etrafına topladığı Türklerle bağımsızlığını ilân etti. Dağılmış boyları bir araya topladı. Bu sebeple İlteriş unvanını aldı. Çinli bir prensesle değil, bir Türk kızıyla evlendi. Bilge Han ve Kültigin adında iki oğlu oldu. Kutlug ölünce yerine kardeşi Kapagan Han kağan oldu. Yirmiiki yıl saltanat süren Kapagan Kağan’ın ölümünden sonra ülke karışıklıklar içinde kaldı. Bunun üzerine İlteriş Kutlug Kağan’ın oğulları Bilge Han ve Kültigin birleşerek idareyi ele aldılar. Bilge Han kağan, Kültigin ise ordu kumandanı oldu. Böylece Türk tarihinde ilk defa iki kardeş, devlet idaresinde birlikte hareket etmiş ve hiçbir kıskançlık duymadan birbirlerine yardım etmiş oluyorlardı. Bilge Kağan ile Kültigin, iç ve dış bütün tehlike ve tehditleri ortadan kaldırdılar. Başkaldıran herkese boyun eğdirdiler. Ülkenin, milletin ve devletin birliği sağlandı. Göktürkler devrinin en önemli eseri, Orhun Âbideleri’dir. Göktürk yazısı ile yazılan üç âbide, 725-735 yılları arasında diktirilmiştir. Burada Bilge Kağan ile kardeşi başkumandan Kültigin’in ve Bilge Kağan’ın kayınpederi olan Vezir Bilge Tonyukuk’un, bir ara Çin esaretine düşen Türk devletini yeniden kalkındırmak için gösterdikleri gayretler anlatılır ve gelecek Türk nesillerinin bu tecrübelerden faydalanmaları istenir. Ayrıca istiklâl fikri verilir. 745′te Göktürklerin yıkılması üzerine, Uygur hanedanı, büyük Türk Hakanlığı tahtına geçti. Uygurlar devrinde, Türkistan tamamen Türkleşti ve İranlı unsurlar, dillerini bırakarak eridi. Bir kısmı da batıya çekildi. 840′ta kuzeyden gelen Kırgızlar, Uygurları bugünkü Moğolistan’dan sürünce, Doğu Türkistan’a yerleştiler. İlk Uygur hakanı olan Kutluk Bilge Kül Kağan, atalarının inancındaydı. Uygurlar devrinde Türklük, bir din arayışına girdi. Aralarında Manihaizm, Budizm, hattâ Hıristiyanlık yayıldı. Bu devirde Türkler, yerleşik medeniyete geçerek, Doğu Türkistan’da pek çok şehir kurdular ve kurulu şehirleri genişlettiler. Uygur alfabesiyle binlerce eser tercüme edildi. Kâğıt ve matbaa kullandıkları için, bazı kitapları günümüze kadar ulaşan Uygurlar, bugünkü Moğolistan’ı kaybettikten sonra, imparatorluk olmaktan çıktılar. Türkistan ve Kansu’da yaşayan bir Türk hânedanıyken, 840′ta Karahanlı hakimiyetine girdiler. 468′den 965′e kadar, diğer bir Türk kavmi olan Hazarlar, Kuzey Karadeniz ve Kafkasya’da, kudretli, yüksek kültrülü bir hakanlık kurdular. Bir kısmı Müslüman olan Hazarların kağan denilen hakanları, daha çok Musevî dinine girdiler ve bu dine giren yegâne Türk kitlesini teşkil ettiler. Diğer taraftan, Avarlar’dan sonra 10. asırda Peçenekler, Balkanlar ve Karadeniz’in kuzeyinde güçlü bir devlet kurdular. Peçenekleri takiben, Uzlar ve Kıpçaklar Avrupa’ya yerleşerek, Balkanlar’da bir müddet hakimiyet sürdükten sonra, Hıristiyan olup Slavlaşarak, Türklüklerini kaybettiler.
Gerileme Devri ve Son

bismi5.gif (1253 Byte)GERILEME DÖNEMI VE GERILEMEYI DURDURDURMA ÇABALARI

 

1764 yilinda Rusya, Osmanlilarin toprak bütünlügünü garanti ettigi Lehistan'i isgal etmis ve kaçan mülteciler Osmanli sinirini geçen Ruslar tarafindan katledilmistir. Bu olay üzerine Osmanli Devleti Rusya'ya savas ilân etmistir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kirim'i isgal ettikleri gibi, Ingilizlerin de yardimiyla, Baltik filosonu Akdeniz'e göndererek, Mora Rumlarini isyana tesvik etmisler ve Çesme'de demirli Osmanli donanmasini gafil avlayarak, gemileri yakmislardir. Bu arada Misir'da da bir isyan hareketi baslamistir. Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanli kuvvetlerinin mevzii basarilar kazanmasinin ardindan II. Katerina, Lehistan isini halletmeyi plânladigindan Osmanlilarla anlasma yapmayi kabul etmistir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) basa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlasmasi ile (21 Temmuz 1774) Kirim Hanligi Osmanlidan kopartilarak sözde bagimsiz bir devlet olmus, Baserabya, Eflâk, Bogdan Osmanlilarda kalmis, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmistir. Ruslar bu anlasmayla Ingiltere ve Fransa'ya taninan kapitülâsyonlari da kazanmis ve her yerde konsolosluk açma hakkini elde ederek, Osmanlinin iç islerine karisabilecegi bir ortami kendine hazirlamistir. Nitekim 1783'te Kirim'i isgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sicak denizlere inme politikasini gerçeklestirme yönünde büyük bir adim atmis, Ortadokslari himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmistir.

Rusya'nin nihaî amaci, Istanbul'u ele geçirerek Bizans'i yeniden diriltmek idi. Iste bu maksatla, Osmanli Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir anlasma yapildi. Bu anlasmayi haber alan Osmanli Devleti, Prusya ve Ingiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karsi savas açti. Halkin infialine neden olan Kirim'i geri almak Osmanlinin en büyük arzusuydu. Ancak bu savasa Rusya'nin müttefiki olan Avusturya'nin da katilmasiyla, Osmanlilar iki cephede birden mücadele etmek zorunda kaldilar(1788). Avusturya'ya karsi iki kez savas kazanildi. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karsi dogu cephesinde basari saglanamadi. Bu tarihlerde Osmanli tahtina III. Selim çikmisti (1789-1807). III. Selim Isveç ile bir anlasma yaparak Rusya'ya karsi bir müttefik kazanmisti. Ancak Rusya Bükres ile Küçük Eflâk'i almis, ardindan da Belgrat ve Bender düsmüstü. 1790'da Avusturya Imparatoru II.Joseph ölünce iç ayaklanmalar bas göstermis ve Fransiz ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye baslanmisti. Bunun üzerine yeni Imparator II.Leopold, Zistovi anlasmasini imzalayarak Osmanlilarla olan savasi sona erdirdi (1791). Bu anlasma mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de, Ispanya'nin araciligiyla Yas Baris Antlasmasi imzalandi (1792). Rusya'nin savas sirasinda isgal ettigi yerlerden sadece Özi, anlasmayla verilmis oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlasmalarla, Fransa ve Lehistan'daki gelismelere dikkatlerini verirken, Osmanli Devleti de gerekli islahatlari yapmak için bir soluklanma zamani bulabilecekti
 

19. Y.Y. OSMANLI DEVLETI'NDE ISLAHAT ÇABALARI VE OSMANLI DEVLETININ SONU

a-Nizam-i Cedit

Iyi bir egitim görmüs olan III. Selim bu baris döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî alanda, islahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla, Nizâm-i Cedit adi verilen ilk islahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocagi'ni kaldiramayacagini bildiginden, öncelikle Nizâm-i Cedid denilen bu orduyu batili tarzda düzenleyip, basarisini kanitlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocagi lagvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çikan gelismelerden endise duyan Yeniçeriler, bazi devlet adamlarini da yanlarina çekerek yeniliklere karsi çiktilar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon Bonapart, bir orduyla Misir'i isgale baslamisti (1798). Osmanlilar, Rusya, Ingiltere ve Sicilya'nin da menfaatlerine dokunan Fransiz isgaline karsi harekete geçti. Ehramlar savasiyla, Misir'i ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanli savunmasini geçemedi (1799). Kusatmayi kaldiran Napolyon geri dönerken, yerine biraktigi ordu komutanlari da maglûp edildiler. Neticede Fransizlar Misir'i terk etmek zorunda kaldi(1801). Fransa'yi barisa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarinin is birligi yapmalari, Ingiltere'nin Fransiz savas ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa'nin Akdeniz ve Orta Dogu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onlari barisa zorlamaktaydi.

1802'de imzalanan anlasmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almis ve kapitülâsyon hakkini elde etmistir. Bu olayi bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanmasi, Osmanli donanmasiyla birlikte Fransa'nin elindeki bazi adalari ele geçirmis idi. Fakat halk, ebedî düsman olarak gördügü Rusya ile is birligi yapilmasina büyük tepki göstermis ve bunun sonunda III. Selim'e ve islahatlarina karsi cephe genislemisti. Üstelik Napolyon'un, Orta Dogu'da Araplara yönelik propagandasinin da etkisiyle bölgede bazi isyanlar çikmisti. Böylece Bulgaristan ve Sirbistan'da çikan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çikan isyanlar eklenmis oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmislerdi. Osmanlilarin tekrar Fransa ile yakinlasmalari, Ingiliz ve Ruslari harekete geçirmis ve sonunda Rusya Eflak ve Bogdan'i isgal etmisti. Bu savas sürerken Nizâm-i Cedit'in Rumeli"ye de kaydirilmasindan memnun olmayan isyancilar Sehzade Mustafa'nin tahrik ve tesvikiyle birleserek Ikinci Edirne Vak'asi denilen büyük bir ayaklanma baslatmislardi (1806). Neticede Istanbul'da patlak veren Kabakçi Mustafa Isyani III. Selim'in sonunu hazirladi. Saraya giren isyancilar III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yi tahta geçirdiler (29 Mayis 1807). Nizâm-i Cedid lagvedildi. Fakat III.Selim'e bagli olan Ruscuk bayraktari Mustafa, yenilik taraftarlariyla birleserek, karsi darbede bulundu. Amaci III. Selim'i yeniden tahta çikarmakti. IV. Mustafa'nin, sabik padisahi öldürttügünün ögrenilmesi üzerine, kardesi II.Mahmut basa geçirildi (28 Temmuz 1808).

Alemdar Mustafa Pasa sadareti üslenerek, III. Selim'in baslattigi islahatlari devam ettirmeye çalisti. Nizâm-i Cedit'i, Sekbân-i Cedit adi ile yeniden canlandirdi. Ancak ulemayi ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Pasa, 1809'da çikan bir isyanda öldü.

II.MAHMUT VE ISLAHAT HAREKETLERI

II.Mahmut devri (1808-1839), hem gerçeklestirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlariyla Osmanli Devleti'nin yol ayrimina girdigi bir dönemi ifade eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu bastan asagi düzenlemek ile ise basladi. Yeniliklere karsi çikan Yeniçeri Ocagi bir nizamname ile ortadan kaldirildi. Vak'a-yi Hayriye olarak adlandirilan bu köklü degisiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu olusturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun egmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'in sarayini basan yeniçeriler sadrazamin ve islahatçilarin baslarini istediler. Ancak At Meydani'nda toplanan yeniçeriler dagitildi, ocaklari bombalandi. Böylece Avrupa tarzinda yeni bir ordunun kurulmasi yönündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. II. Mahmut hükûmet teskilâtinda da degisikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlik) usulünü benimsedi. 1836 yilinda Dahiliye ve Hariciye Nazirliklari kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlasmalar yapildi. Iktisadî ve adlî sistemde degisikliklere gidildi. Avrupa tarzinda egitim veren rüstiyeler, Harbiye ve Tibbiye okullarinin açilmasi vb. gibi egitim alaninda da islahatlar gerçeklestirildi.

Fakat, kimi seklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulundugu zorluklari asmasina yetmedigi gibi, Osmanli cografyasindaki parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.

SIRP VE YUNAN ISYANLARI

Fransiz Ihtilâli'nin getirdigi milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasinda Rusya ve diger Avrupa devletlerinin tesvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim zamaninda isyan eden Sirplar, 1812 Bükres Antlasmasi ile bazi imtiyazlar almalarina ragmen, yeniden ayaklandilar. Yeniçeri Ocaginin kaldirildigi tarihlerde Sirplarla kismî bir anlasmaya varildi. Ancak 1830'da bir hatt-i serif ile Sirbistan'in Osmanli hâkimiyetinde bir prenslik olarak varligi kabul edildi. Rusya'nin XIX. yüzyila girerken Osmanliya karsi sürdürdügü savaslarin altinda Balkanlari ve özellikle Rumlari Osmanli Devleti'nden koparmak yatiyordu. Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adli cemiyetin baskanligina Yunan Isyani sirasinda Çar I.Alexsandre'in yaveri Prens Ipsilanti getirilmisti. Yapilan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarinda isyanlar çikarilacakti. Ipsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodokslari ayaklandirmaya çalisti fakat basarili olamadi. Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan Ipsilanti'yi desteklemekten vazgeçti. Bu sirada Mora'da da Patras baspiskoposu isyan etmisti (25 Mart 1821). 1822'de Yunanlilar bagimsiz olduklarini ilân ettiler, Mora'da ve adalarda çok sayida Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyani gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.

Girit ve Mora valiliginin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Pasa bu isyani bastirmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelisme karsisinda Rusya, Fransa ve Ingiltere aralarinda anlasarak (1827), Yunanistan'in özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlilari sikistirmak istediler. Türkler bu olayi iç islerine müdahale olarak kabul edip, teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanli ve Misir donanmasi Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle iliskiler kesildi ve 1828'de Rusya, müttefiklerinin destegiyle Osmanli Devleti'ne savas ilân etti. Rus ordusu doguda Erzurum'u ele geçirdi. Batida ise Edirne isgal edildi. Padisah, Prusya, Fransa ve Ingiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edecegini bildirdi. Böylece Edirne Antlasmasi(1829) ve ardindan Londra Konferansi (1830) imzalandi. Antlasma ile Prut iki ülke arasinda sinir oluyor, Eflâk, Bogdan ile Sirbistan'in özerkligi kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlilarda kalmasi sartiyla Yunanistan'in bagimsizligi da tasdik ediliyordu.

MEHMET ALI PASA iSYANI VE MISIR MESELESI

Mora'nin elden çikmasiyla, oglu Ibrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Misir Valisi M.Ali Pasa, II.Mahmut'tan, yardimlarina karsilik, Suriye'nin idaresini istedi. Bu istegin reddedilmesi üzerine M.Ali Pasa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Sam, oglu Ibrahim tarafindan ele geçirildi. Ibrahim Pasa, kisa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.

Konya yakinlarindaki savasta Osmanli ordusunu yenilgiye ugratti. Her birinin ayri hesabi oldugu büyük devletler, telâslanarak araya girmek istediler. Fransa ve Ingiltere'nin anlasamamasi üzerine, Rusya durumdan faydalandi. Zor durumdaki II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasinin Istanbul yakinlarina gelmesine müsaade etti. Rusya'nin kârli çikmasindan endiselenen Fransa ve Ingiltere, II.Mahmut ile anlasma yapmasi için M.Ali Pasa'ya baski yaptilar. Neticede Kütahya Antlasmasi imzalandi (1833). Bu anlasmayla, Mehmet Ali Pasa, Misir ve Girit'ten baska Sam ve oglu Ibrahim de, Cidde valiligi yani sira Adana'yi uhdelerine alacaklardi. Rusya, yardimlarina karsilik II.Mahmut ile Hünkar Iskelesi Antlasmasi diye bilinen bir anlasma yaparak, Istanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi basardi (1833). Anlasmaya göre Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün garantisi ve gereginde Osmanlinin yardimina kosulmasi karsiliginda Rusya, Bogazlarin bütün yabanci savas gemilerine kapatilmasini kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya anlasmasindan memnun degildi. Bu sebeple M.Ali Pasa'ya karsi yeniden harekete geçti. Fakat Osmanli ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Pasa, Osmanli donanmasini Misir'a teslim etmisti. Bu arada II. Mahmut ölmüs ve yerine I.Abdulmecit geçmisti (1839-1861).

MISIR MESELESI'NIN ÇÖZÜMÜ VE BOGAZLAR MESELESI

Rusya'nin Hünkar Iskelesi Antlasmasina dayanarak duruma tek basina müdahale etmesini uygun bulmayan Ingiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nin da katilmasiyla Londra'da bir konferans toplandi (1840).

Toplantida Mehmet Ali Pasa'nin veraset yoluyla Misir valiligine sahip olmasi karsiliginda, Suriye'den ve elinde tuttugu Osmanli donanmasindan vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarini M.Ali Pasa'nin tanimamasi üzerine Ingiltere Suriye limanlarini donanmasi ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Pasa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayimlayarak onun valiligini onayladi. Ardindan Ingiltere kendileri aleyhine olan Hünkar Iskelesi Antlasmasi'nin yürürlükten kaldirilmasini öngören uluslararasi bir konferansa ev sahipligi yapti. Londra Antlasmasi ile (Temmuz 1841), Istanbul ve Çanakkale bogazlari'nin baris zamaninda savas gemilerine kapali tutulmasinin kararlastirildigi bir Bogazlar Sözlesmesi imzalandi. Böylece Ingiltere, Rusya'nin elinden inisiyatifi almis oluyordu. b-Tanzimat Dönemi Daha önceleri gerçeklestirilmeye çalisilan Islahat Hareketleri, Osmanli Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalistigi, içte ve distaki basarisizliklarini önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya'nin mütemadiyen iç islerine müdahale etmesi, Osmanli Devleti'ni, kendi inisiyatifi disinda, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydi. Özellikle gayrimüslim unsurlari bahane eden devletlerin müdahalelerine firsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düsünülmekteydi. Hariciye Naziri Mustafa Resit Pasa'nin hazirladigi düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafindan tasdik edilmisti. 3 Kasim 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-i Hümayunu"nu ilan ettirdi. Bu fermanda, dini ve irki ne olursa olsun Osmanli tebaasindan olan herkesin esit olmasi, herkesin yasalara göre yargilanmasi, varligi ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yili geçmemesi gibi hükümler yer aliyordu. Ayrica Osmanli Devleti bu dönemde Avrupa tarzina öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu sekilde Avrupa devletlerinin en azindan bazilarinin, Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügüne saygisinin kazanilmasi hedeflenmekteydi. Fakat gelisen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacagini gösterecektir.

SARK MESELESi VE KIRIM SAVASI

Tanzimat döneminde nispeten saglanan baris ortami, Rusya'nin müdahalesiyle tekrar bozulmaya basladi. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, ayni zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak, dogrudan dogruya Osmanli Devletinin varligini hedef almaktaydi. Avrupalilar tarafindan "Sark Meselesi", önceleri Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün saglanmasi seklinde düsünülürken, daha sonra bu topraklarin paylasimi sorunu hâline dönüstürüldü. Çünkü Osmanli Devleti artik bir "hasta adam" idi. Ancak R.Mantran'in da ifade ettigi gibi, hasta, kendisini iyilestirmeyi amaçlamayan doktorlarin insafina kalmisti. Onlar, Avrupa'nin hasta adaminin mirasini paylasma telâsindaydi.

Küçük Kaynarca antlasmasi'ndan sonra Osmanli topraklarindaki Ortodokslar'in haklarini koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunmasi ve idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransizlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarina Kudüs Kilisesi üzerinde bazi haklar taninmisti.

1808'den itibaren Rusya'nin baskilari neticesinde onlarin yerini Ortodoks papazlar almaya basladi. Fransa'nin ve Rusya'nin 1850-51'de Bab-i Ali'ye bu durum hakkinda yaptiklari müracaatlar, kurulan komisyonlarda degerlendirildi ve bazi kararlar alindiysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola, Ingiltere'ye Osmanli Devleti'ni aralarinda paylasmayi teklif etti ve Ingilizlerin sessizligini korumasi üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çikartti. Rus elçisi Mençikof'un asiri tavizler içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, Ingilizlere yakin olan Mustafa Resit Pasa'yi sadrazamliga getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Bogdan'i istilâ ettiler. Osmanli Devleti, Fransa ve Ingiltere ile ittifak anlasmasi imzaladi. Bu ittifaka Avusturya ve Italyan birligini kurmaya çalisan Piyemento hükûmeti de katildi. Ittifak donanmasi Çanakkale'de mevzilenmisti. Durumdan endiselenen Rusya, askerlerini geri çekmeye basladi. Müttefikler, Rusya'nin Karadeniz'deki gücünü ortadan kaldirmak için, Kirim'a yöneldiler. Ruslarin en büyük üssü olan Sivastopol, bir yil süren bir kusatmanin ardindan ele geçirildi (1855). Bu sirada tahta oturan II.Alexandre, baris yapmayi kabul etti. Müttefiklerin yani sira Prusya'nin da katildigi Paris Antlasmasi ile (30 Mart 1856), taraflar isgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlilarin toprak bütünlügü ve Bogazlarin statüsü, Avrupa'nin "kefilligi" altinda korunacakti. Osmanlilarin Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karsiliginda ise, sultan yeni bir islahat fermani irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsizliginin kabulü, savasin galibi durumundaki Osmanlilardin aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Bogdan'in birlesmesi ve Sirbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlasmasiyla tescil edilmisti. c-Islahat Fermani :

Henüz Kirim Savasi sürerken, Viyana'da bir araya gelen Ingiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasindaki farkliliklarin her alanda ortadan kaldirilmasini öngören bir fermani sultanin yayimlamasini, baris için ön sart kosmuslardi. Paris Antlasmasi müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafindan yerine getirildi ve Islahat Fermani ilân edildi (18 Subat 1856). Tanzimat'la kabul edilen hususlarin esas alindigi bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasinda esitlik saglandigi Avrupa'ya garanti edilmis oluyordu. Ayrica iç hukuk alaninda ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arindiriliyordu. Aslinda Tanzimat süreciyle baslayan bu degisiklikler, idari yapilanmada da kendisini hissettirmistir. 1868'de Sura-yi Devlet ve Divan-i Ahkam-i Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmistir. Islahat Fermani ile getirilen düzenlemelerin uygulanmasi daha çok I.Abdülaziz'in tahta çikmasi (1861-1876) ile gerçeklesebilmistir.

Paris Antlasmasina imza koyan devletler, anlasma maddesinde de yer aldigi için Islahat Fermani'ni, Osmanli Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmislardir. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldirmasini bahane ederek Lübnan'a asker çikarmis ve 1871'e kadar orada kalmistir. Karadag'da çikan bir anlasmazlik yine büyük devletlerin araciligi ile halledilmistir (1862). Güçlü devletler tarafindan tesvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan topluluklari, çikardiklari isyanlar bastirilsa dahi, Osmanli Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi basaracaklardir. Örnegin Sirplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmis, Eflâk ve Bogdan'in Romanya adi altinda birlesmeleri kabul edilmistir. Muhtariyet haklari genisletilen Misir'da, Ingiliz-Fransiz nüfuz mücadelesi kizismis, III. Napolyon'un tesebbüsü üzerine, Abdülaziz istemedigi hâlde Süveys Kanali projesini kabul etmek zorunda kalmis ve kanal 1869'da büyük bir törenle açilmistir.

I.MESRUTIYET DÖNEMI

Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nin kiskirttigi topluluklar, bagimsizliklarini ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit Isyani çikti. Yunanistan'a baglanmak amaciyla baslayan isyan bastirilmasina ragmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanin Girit'e yeni bir statü vermesini sagladilar (1868). Rusya tarafindan olusturulan komitalar vasitasiyla Bulgarlar ayaklandirildi. Onlara da genis haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karisikliklarin ardindan yeniden ayaklandilar (1875-76).

Bulgar isyani sert biçimde bastirildi. Fakat bu sirada Genç Osmanlilar, Abdülaziz'e baslattiklari muhalefeti, mücadeleye dönüstürdüler. Nihayet Mithat Pasa'nin öncülügündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yegeni V.Murat'i basa geçirdiler(30 Mayis 1876). Ancak hastaligi sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-i Esasi'yi ilân edecegini beyan eden kardesi II.Abdülhamit Osmanli tahtina çikarildi.

Bu arada Rusya'nin Osmanli Devleti'ne baski kurmasini kendi menfaatine aykiri gören Ingiltere, Balkanlardaki bunalimi görüsmesi için Istanbul'da uluslar arasi bir konferans toplanmasini saglamisti. Istanbul Konferans çalismalarini sürdürürken II.Abdülhamit Mesrutiyet'i ilân etti (23 Aralik 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarsi, Istanbul Konferansi'nin toplanis sebebini tamamen ortadan kaldirmasina ragmen, konferansa katilan devletler, Balkan topluluklarinin bagimsizliklarini istediklerinden bir sonuca varilamadi. Osmanli Devleti'nin çagrilmadigi Londra'da toplanan bir baska konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladilar. Rusya, Osmanli Devleti'ne alinan kararlari kabul ettirmek için savas ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanli Rus Harbi, askerî ve siyasî bakimdan önemli sonuçlar dogurmustur.

Kanun-i Esasi'nin kabulü ile açilan Genel Meclis, padisah tarafindan seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafindan seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansi'ndan önce çalismaya baslayan bu meclis, hükûmet tarafindan sunulan teklif ve kanun tasarilarin karara baglayarak ilk dönem çalismalarini tamamlamisti. Ancak 93 Harbi'nin sürdügü sikintili zamanlarda meclisteki azinlik mebuslari çalismalari sekteye ugrattigi gibi, bunalimin artmasini da sagliyorlardi. Nitekim Gazi Osman Pasa'nin büyük bir kahramanlik göstererek 5 ay savundugu Plevne'yi asan Ruslar, Yesilköy'e kadar ilerlemislerdi. Dogu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuslardi. Meclis savasin gidisatindan hükûmeti ve padisahi sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazi mebuslarla yaptigi toplantidan bir sonuç alamayinca, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdigi yetkiyi kullanarak, etnik yapisinin karisikligi sebebiyle çalismalari aksayan meclisi kapatti (14 Subat 1878). Bu I.Mesrutiyet'in sonu demekti.

BERLIN KONGRESI VE BALKANLARDAKI GELISMELER

Istanbul önlerine kadar gelmis olan Rusya ile Yesilköy (Ayastefanos) Antlasmasi imzalandi (3 Mart 1878). Bu anlasmayla, sözde Osmanli'ya bagli Dobruca, Dogu Makedonya ve Trakya'yi içine alan Büyük Bulgaristan Prensligi kuruluyor; Romanya, Sirbistan ve Karadag bagimsizliklarina kavusuyordu. Ancak, 2.Abdülhamid hanin büyük siyasi dehasiyla Avrupayi ayaklandirmis, Rusya'nin genislemesinden rahatsizlik duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlasma hükümleri yürürlüge giremedi.

Ingiltere donanmasini harekete geçirdi. Osmanli Devleti ile yaptigi bir anlasmayla Kibris'a yerlesti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipligi yaparak hem muhtemel bir savasi önlemek hem de Almanya'nin menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanli Devleti, Ingiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Italya ve Rusya'nin da katildigi Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlasmayla son buldu. Bu anlasma, artik Rusya'nin yani sira, diger devletlerin de parçalamaya çalistiklari Osmanli'dan, kendi paylarini alma anlasmasiydi. Berlin ve Ayestafanos antlasmalarinda öngörüldügü gibi, Sirbistan, Karadag ve Romanya'nin bagimsizligi onaylandi. Bulgaristan üç bölüme ayrildi. Bulgaristan Prensligi haricinde müstakil bir Dogu Rumeli eyaleti olusturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanli Devleti'nin elinde kaldi. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldi. Bosna-Hersek, Avusturya tarafindan isgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanli Devleti'ni paylasma ve ortadan kaldirma arzularinin bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çikan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulasan siyasî ve etnik çatismalarin piyonlari olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nin ve Rusya'nin Balkanlarda nüfuzlarini artirmalari, Balkan Savaslari ve I.Dünya Savasi'nin çikmasina yol açacaktir.

Berlin Kongresi'nin sonuçlari kisa zamanda ortaya çikmaya baslamisti. Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasina dahil ettigi Cezayir ile Tunus arasindaki sinir problemini bahane ederek, Tunus'u isgal etti (1881). Fransa ile Ingiltere arasinda çekismeye sahne olan Misir'da, Hidiv Ismail Pasa'ya karsi baslatilan bir askerî ayaklanma ile ortaya çikan durum Istanbul'da görüsülürken, Ingilizler Iskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlilarin karsi çikmalarina ragmen Ingilizler Misir'i ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensligi, Dogu Rumeli'de çikan isyani degerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altina aldi. Osmanli Devleti Rusya'nin baskisi sonunda, Kircaali ve Rodop disindaki Dogu Rumeli Valiligi'nin Bulgar Prensligi'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldi (1886). Ikinci Mesrutiyet'in ilâni sirasinda ise Bulgarlar bagimsizliklarini ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutlarin hak iddia ettigi Makedonya'da çikan olaylar Osmanli kuvvetleri tarafindan bastirildi. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanli hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasini sagladilar (1893). Megalo Idea adini verdigi Bizans'i diriltme çabasindaki küçük Yunanistan, 1896'da çikan isyani bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlilar Dömeke Meydan Savasi ile Yunanlilari büyük bir bozguna ugrattilar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile Istanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiligine Yunan kralinin oglunun getirildigi özerk bir yönetim kurulmasi, adanin fiilen Yunanistan'a birakilmasi anlamina geliyordu.

93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çikarilmisti. Osmanli Devleti'ne bagliliklari sebebiyle "millet-i sadika" olarak adlandirilan Ermeniler, önceleri Dogu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardindan Ingiltere tarafindan kullanilmaya basladilar. Hinçak ve Tasnak tedhis örgütlerini kurarak, Istanbul ve tasrada terör yaratan bazi Ermeniler özellikle Ingilizler tarafindan destekleniyorlardi. Dogu'da hiçbir zaman çogunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Dogu'ya sizabilecekti. Ingiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafinda kullandigi Ermeniler 1889'dan itibaren tedhise basladilar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çikan olaylar bastirildi. Ardindan baskentte Osmanli Bankasi'na kanli bir baskin yaparak bankayi isgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast tesebbüsünde bulundular. I.Dünya Savasi ve Istiklal Harbi yillarinda da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmislerdir.

II. MESRUTIYET DÖNEMI

I.Mesrutiyet'in kaldirilmasindan sonra II.Abdülhamit içte ve dista meydana gelen olumsuz gelismelerin de etkisiyle, hassas ve planli bir yönetim sergilemeye baslamisti. Mesrutiyet taraftarlari da buna karsilik muhalefetlerinin dozunu artirmislardi. Osmanlilik fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Pasa 1881'de ölüm cezasina çarptirilmis, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmis ve 1883'te öldürülmüstü.

Ali Suavi, Ziya Pasa ve Namik Kemal gibi kisiler de sultan aleyhine faaliyetlerini sürdürüyorlardi.Balkanlardaki çalkantilarin yani sira Osmanli Devleti iktisadî açidan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dis borçlarini kapatabilmek için batililarin elindeki Osmanli Bankasi ile malî bir anlasma imzalamak zorunda kalmisti (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardimlari karsiliginda, devletin bazi gelirlerini devraliyordu. Ingiliz ve Fransizlarin kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-i Umumîye Idaresi Osmanli ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir. Genç Türkler veya Jön Türkler adi verilen ve yurt disinda ve içinde faaliyet gösteren vatan hainleri ve koyu bir Mesrutiyet taraftarlari, Istanbul'da Ittihad-i Osmani dernegini kurmuslar ve bu dernek 1894/95'te Ittihat ve Terakki Cemiyeti adini almisti. Selanik'te Enver ve Niyazi Pasalar gibi subaylarin da katilmasiyla güçlenen Ittihatçilar, Osmanli devletini ancak Kanun-i Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabilecegini düsünüyorlardi. Kolagasi Niyazi Bey ve ona katilan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek daga çikmalari üzerine II.Abdülhamit anayasayi yürürlüge koyarak II.Mesrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908).

17 Aralik 1908'de meclis yeniden açildi. Yapilan seçimlerde Ittihat ve Terakki Firkasi basari saglamisti. Ancak bu gelismeler esnasinda Bulgaristan bagimsizligini elde etmis ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak karari almisti.

Isgal altindaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafindan fiilen ilhak edilmisti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan Ittihatçilar, olumsuz gelismelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare olusturmaya baslamislardi. Bazi Avrupa devletlerinin de kiskirtmasiyla isyan ettiler. II.Abdülhamit olaylari önleme imkani oldugu halde kardes kaninin dökülmesini arzu etmediginden isyancilara karsi çikmadi. Bunun üzerine Mahmut Sevket Pasa komutasindaki ordu Selanik'ten yola çikti. Ve büyük bir isyan baslatti.Isyani çok kolay bastirabilecek olan II.Abdülhamit,kardes kaninin dökülmesini istemediginden isyancilara karsi çikmadi ve isyancilar tarafindan tahttan indirildi. (27 Nisan 1909) ve kardesi V. Mehmet Resat yerine getirildi.Burada büyük sahsiyet ve büyük devlet adami 2.Abdülhamidi Rahmetle aniyoruz.Ülkeyi çok kötü sartlarda büyük basariyla idare eden büyük devlet adami 2.Abdülhamid bir gün mutlaka Dünya savasinin çikip Avrupa ülkelerinin birbirlerine girecegini biliyordu ve bütün siyasetlerini buna göre planlamisti.Ama kendini bilmez bazi Ittihatciler koskoca Osmanli devletini birkaç hayalleri ugruna Dünya savasina katarak Osmanli Imparatorlugunun yokolmasina vesile oldular.

V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi Ittihatçi hükûmete birakmisti. Yeni iktidar zamaninda da felâketler birbirini takip etti. Osmanli Devleti hizla dagilma devrine girmekteydi.

TRABLUSGARP SAVASLARI

Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat bilen Italyanlar, Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çikardi. (Eylül 1911). Italyan donanmasi denizden, Ingilizler ise Misir'i ellerinde bulundurdugundan karadan, Osmanlilarin bölgeye asker göndermesini imkânsiz hâle getirmisti. Bu sebeple Osmanli hükûmeti gizlice Türk subaylarini bölgeye göndererek mahallî bir direnisi örgütleme yolunu seçmisti. Osmanli ordusu Italyanlara karsi büyük basarilar kazandi. Savasi kazanamayacagini anlayan Italya, Osmanlilari barisa zorlamak için Oniki Ada'yi isgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda baslayan savas Osmanlilarin barisi imzalamaya zorladi. Usi Antlasmasi ile Italyanlar isgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)

BALKAN SAVASLARI

Türk-Italyan Savasi'nin basladigi sirada Balkan devletleri aralarindaki anlasmazliklari bir tarafa birakarak, Osmanli Devleti'ne karsi bir ittifak olusturdular. Rusya'nin mimarliginda gerçeklesen Bulgar-Sirp ittifakina daha sonra Yunanistan ve Karadag da katildi (1912). Karadag ile baslayan savasa 18 Ekimde diger Balkan devletleri de istirak etti. Bu sirada Osmanli askerleri, subaylarin bir kisminin politik çekismelerle mesgul olmasindan dolayi daginik bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlilar karsisinda kendilerinin de beklemedigi bir zafer kazandilar. Yunanlilar Ege adalarini ele geçirdiler. Sirplar Kumanova'da üstünlük sagladilar. Sirplarin denize çikmalarini önlemek için Avusturya'nin destegi ile Arnavutluk bagimsizligini ilan etti (28 Kasim 1912).

Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasim 1912). 16 Aralikta Londra'da baslayan görüsmeler bir ara iktidardan düsen Ittihatçilarin yeniden is basina gelmesi üzerine kesilmisti. Nihayet Mayis ayinda Londra Antlasmasi imzalanarak I.Balkan Savasi sona erdi. Gelibolu Yarimadasi hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nin büyük bir kismi Yunanistan ve Sirbistan arasinda paylasildi. Özellikle Makedonya'nin paylasimi Bulgarlari rahatsiz etmekteydi. Sirbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karsi ittifak olusturdu. Bu ittifaka Romanya da katildi. Bulgaristan ile bu ittifak savasa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanli Devleti de Bulgar isgalindeki topraklari geri almak için harekete geçti. Kirklareli ve Edirne kurtarildi. II.Balkan Savasi, taraflarin imzaladigi Bükres Antlasmasi ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan Istanbul Antlasmasi ile, Meriç nehri iki ülke arasinda sinir oldu. Bulgaristan'daki Türklerin haklari belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlasmasi ile ise Girit'in Yunanistan'a birakilmasi kabul edildi (14 Kasim 1913). Büyük devletler bu anlasmalardan sonra Çanakkale Bogazi yakinlarindaki Bozcaada ve Imroz'u Osmanlilara geri verdiler. Balkan Savaslari, Balkanlardaki Türk varliginin büyük bir kiyima ugramasina sebep olmustur. Yüz binlerce Türk savaslar sirasinda ve sonrasinda aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmistir.

I.DÜNYA SAVASI VE OSMANLI DEVLETi'NIN YIKILISI

Sadrazam Mahmut Sevket Pasa'nin öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), Ittihat ve Terakki Firkasi, hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmisti. Enver, Talat ve Cemal Pasalar, Osmanli Devleti'nin iç ve dis politikasini belirlemede en etkili nazirlardi. Balkan savaslarindan sonra, ordu ve donanmayi güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi. Osmanli Devleti, dis siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacini hissetmekteydi. Emperyalist devletler, nüfuz alanlarini korumak veya genisletmek maksadiyla siyasî, askeriî ve iktisadî açidan ittifaklar olusturmaktaydi. Ingiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgecilige geç baslayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Dogu'da nüfuz sahasini genisletmek istiyor ve Osmanli Devleti'ne bu maksatla yakin durmayi yegliyordu . Avusturya-Macaristan Imparatorlugu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçeklestirmeye çalisan Rusya'ya karsi Almanlarla is birligi içindeydi. Ingiltere ve Fransa tarafindan pay edilmis Kuzey Afrika'da gözü olan Italya da bu ittifaka yakindi. Dolayisiyla Almanya önderligindeki Üçlü Ittifak'in (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Italya) dogal rakibi, Ingiltere'nin öncülügündeki Fransa ve Rusya'dan olusan Üçlü Itilâf (Anlasma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahti Ferdinand'in, Sirbistan ziyareti esnasinda bir Sirp tarafindan öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sicak savasa sokmaya yetti. Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD Itilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanli Devleti ise Ittifak devletleri safinda bu savasa girdiler.

Osmanli Devleti savastan önce Ingiltere ve Fransa'ya yakin bir politika izlemek istedi. Ancak Enver pasa ve sözde Osmanli idaresini ellerinde bulunduran Ittihad ve Terakki cemiyeti yapmis oldugu büyük hatalarla Osmanli devletini Birinci Dünya Savasina sokmuslardir. Özellikle Enver ve Talat Pasalar, Osmanli Devleti'nin yeniden silkinmesi ve kaybettikleri topraklari kazanabilmesi için Almanya'nin yaninda yer almayi uygun buluyorlardi. Hükûmet baslangiçta tarafsiz kalmayi tercih etmisti. Almanlarin II.Abdülhamit devrinden itibaren Osmanli Devleti'nin yenilesme çabalarina katkida bulunmasi ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanlarin varligi, Itilaf Devletleri'nin, Osmanli Devleti'nin tarafsiz kalamayacagi süphesini artiriyordu. Bu tutum, dolayisiyla Almanya yanlilarinin tezini kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Pasa'nin öncülük ettigi bu grup, Almanlarin yaninda savasa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen topraklarin geri alinabilecegi ve Osmanli Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-i umumîden kurtulunabilecegini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zirhlilarinin Türk bayragi çekilerek, Rus limanlarini bombalamasi, Osmanli Devleti'nin Almanya safinda savasa girmesine vesile olacaktir (1 Kasim 1914). Osmanli Devleti I.Dünya Savasi'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale. Bütün cephelerde Osmanli askerleri büyük bir kahramanlik örnegi gösterdiler. Ancak, yedi cephede birden savasi sürdürmek, zor sartlar içerisinde bulunan Osmanli Devleti için çok güçtü. Enver Pasa'nin kumanda ettigi Kafkas Cephesi'nde Osmanlilar büyük zayiat verdiler. Dogu Anadolu ve Trabzon düstü. Kanal (Süveys) cephesinde ise Cemal Pasa, Fransiz ve Ingilizlere basariyla direndi. Hicaz ve Yemen'deki Osmanli birlikleri, destek görmemelerine ragmen, kutsal yerleri korumak ugruna, harbin sonuna kadar Serif Hüseyin ve Ingilizlere karsi koydular. Basra'ya çikan Ingilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna ugradilar. Komutanlari General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni birliklerle saldiran Ingilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardimiyla Basra'da oldugu gibi, Suriye'de de saldirilarini artirdilar.Osmanlilar, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. Itilaf Devletleri 19 Subat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldiriya geçtiler. 18 Mart'ta Itilaf donanmasina ait pek çok gemi batirildi. Ardindan Gelibolu Yarimadasi'ndaki Settü'l-Bahir ve Ariburnu'na asker çikararak, karadan da saldiriya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katildigi kara savaslari, tam bir ölüm kalim savasi oldu. Itilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldi.

Bütün dünyaya ögretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdinin sehit kaniyla yazilan bir büyük destan oldu. Itilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nin yardim alma ümitlerini suya düsürmüs ve bunun neticesinde gerçeklesen Bolsevik Ihtilâli, Çarlik Rusyasi'nin sonu olmustur. Rusya'nin savastan çekilmesi üzerine 7 Aralik 1917'de imzalanan anlasmayla Dogu cephesinde Türk-Rus Savasi sona ermistir.

Osmanli Devleti, I.Dünya Savasi'nda yedi düvele karsi muhtesem bir mücadele sergilemistir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'in teslim olmasi Osmanlilar ile Almanya arasindaki irtibatin kesilmesine yol açmistir. Müttefiklerinin savastan yenik ayrilmasiyla birlikte Osmanlilar da ateskes anlasmasini imzalamak durumunda kalmislardir. Ittihat ve Terakki Firkasi'nin hükûmetten çekilmesinin ardindan kurulan Ahmet Izzet Pasa baskanligindaki hükûmet, Bahriye Naziri Rauf Bey baskanligindaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanina göndermis ve Mondros Ateskes Anlasmasi'nin imzalanmasiyla (30 Ekim 1918), Osmanlilar resmen savastan çekilmislerdir. Ateskes anlasmasiyla Itilaf Devletleri, Osmanli ülkesini isgal etme hakkini elde etmislerdir. Bu durum, Osmanli Devleti'nin fiilen paylasilmasi demekti.

Nitekim, Ingiliz, Fransiz, Italyan birlikleri bu anlasmaya dayanarak Anadolu'da isgallere baslamislar, Asirlarca Osmanlinin hâkimiyetinde yasayan Yunanlilar da, agabeylerinin müsaadesiyle Izmir'e asker çikarmislardir (15 Mayis 1919). Isgallere karsi Anadolu halkinda büyük bir infial yaratmis ve, düsmana karsi "Milli Mücadele" baslamistir. Itilaf Devletlerinin Sevr Anlasmasi'ni Istanbul hükûmetinin imzalamak (10 Agustos 1920), zorunda kalmasi Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endise eden düsmanlarin bir an önce Osmanli varligini ortadan kaldirmayi amaçlamalarindan baska bir sey degildi. Fakat bu anlasma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadi. Halkin açtigi Milli mücadele iradesi,ve savasi bu oyunlari bozdu. Istiklâl Harbi'nin kazanilmasiyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmus oldu. Yeni Türk devleti 1 Kasim 1922'de saltanati kaldirdi. Dolayisiyla bu tarih 622 yil devam eden Osmanli Devleti'nin de resmen sonu oluyordu.
 

SAID HALIM PASANIN ÖLDÜRÜLMESi

 

Said Halim Pasa (1863-1921), Kavalali Mehmet Ali Pasa'nin torunudur. 1913'de ilk önce Hariciye Nazirligina daha sonra da Sadrazamliga getirildi.

1914'te 1. Dünya Savasi'nin baslamasiyla Said Halim Pasa'mn hâkimiyetinde azalma basIadi. Rusya'ya karsi Almanya ile bir anlasma yapildi. Said Halim Pasadan habersiz olarak Ittihadcilar'in ileri gelenlerinden Enver Pasa'nin gizli calismalari neticesinde, iki Alman gemisinin Karadeniz'e girmesi ve ondan sonra da bilinen gelismelerin meydana gelmesi neticesinde, Osmanli Devleti kendisini harbin icinde buldu. (Yusuf Hikmet Bayur'a göre Sadrazam Said Halim Pasanin da iki Alman gernisinin Karadeniz'e girisinden haberi vardir). Bu olay üzerine Said Halim Pasa istifa ettiyse de gerek nazirlarin ve gerekse Padisah'in israrlari üzerine istifasini geri aldi. Fakat gittikce Ittihat Terakki ile aralari acildi. Nihayet Hariciye Nazirligi'ni kendisinden aldilar. Mühim konularda da kendisine danisilmaz oldu. Buna tahammül edemeyerek sihhi sebepler ileri sürdü ve istifa etti (1917).

Harp mesülu olarak takibata ugradi ve sorguya cekildi. Malta adasina sürüldü (1919). 1921'de tahliye edilmesi üzerine Sicilya'ya gecti. Istanbul'a dönmek istediyse de hükümet buna müsaade etmedi. Bunun üzerine Roma'ya gecti ve orada bir Ermeni tarafindan öldürüldü (6 Aralik 1921). Nâsi Istanbul'a getirilerek Sultan Mahmud türbesi haziresine defnedildi.
HUDDÂMÜ'L-KÂBE


Kâbe hizmetçileri anlaminda bir terkip.

Islâm topraklarini batili emperyalist güçlerin himaye, tecavüz ve isgaline karsi muhafaza etmek gayesiyle kurulmus bir cemiyet.

Kâbe Hizmetkârlari Cemiyeti 1913'de kuruldu. Baskanligina Mevlana Muhammed Abdülbarî, genel sekreterliklerine de Mevlevi Sevket Ali ve Hüseyin Kidwaî getirildi. Bunlarin üçü de Hindistanlidir.

Cemiyet, Mevlana Abdülbarî'nin üstün teskilatlanma çalismalarinin bir ürünüdür.

Cemiyetin baslica gayesi, Kâbe ve diger mukaddes Islâm beldelerine saygiyi devam ettirmek ve buralari gayr-i müslimlerin saldirilarina karsi korumak ve savunmakti. Çünkü Ortadogu'nun problemli sartlari içinde bu görevi, sadece Osmanli devletinden beklemek mümkün degildi. Bu konuda Osmanlilardan baska diger müslümanlarin da yardimlarina ihtiyaç vardi (Gail Minault, The Khilafat Movement, Newyork 1982, s. 35).

Cemiyet, kültürel sahada faaliyetlerde bulunmak üzere kitaplar yayinlamistir. Bu kitaplardan Ilki, cemiyetin genel sekreteri Kidwaî tarafindan kaleme alman "Islâm'a Çekilen Kiliç yahut Alemdarân-i Islâm'i Müdafaa, Londra 1919'dir. Eserin konusu, Osmanli murahhas heyetinin Paris Sulh Konferansi (18 Ocak 1919)'na sundugu muhtira ile konferansin Onlar Konseyi tarafindan Osmanli heyetine verilen cevabin isigi altinda Osmanli Islâm Devleti Meselesi'nin tahlilidir. Degisik bir ifadeyle eser, Osmanli hilafetinin batili devletlere karsi bir savunmasidir. (Movement, a.g.e., s.6).

Kidwaî eserinin önsözünde sunlari söylemektedir:

"-Türklere isnad edilen haksiz tecavüzler, tarih ve Insanlik huzurunda mutlaka savunulmali ve onlar hakkindaki gerçekler açikça ortaya konulmalidir. Iste ben, onlarin din kardesi olmam hasebiyle bu vazifeyi yerine getiriyorum. Gerçi çok iyi bir dava vekili degilim. Fakat dogru bir dava, çok iyi dava vekillerine de o kadar muhtaç degildir. Dünya nüfusunun 1/3'ünü meydana getiren ve müslümanlarin vahdet merkezi olan bir devleti yikmak hiç süphesiz adaletsizliktir."

Cemiyetin gerçeklestirmeyi arzuladigi projeler arasinda ise sunlar yer almaktaydi:

Hac tasimaciliginda tekel olan 0ngiliz firmalariyla rekabet etmek ve Bombay ile Cidde güzergâhindaki hacilari tasimada kullan Ilmak üzere gemiler satin almak ve müslümanlara ait bir gemi sirketi kurmak; Mukaddes beldeleri korumak için Arap denizinde müslümanlara ait bir deniz filosu bulundurmak veya en azindan -bu amaç için Osmanli deniz kuvvetlerine bir zirhli savas gemisi vermek. Bu projelerin hiçbirinin gerçeklesememesi halinde bir veya Iki uçak satin almarak Türkiye'ye hediye etmek. Ayrica zor durumda bulunan Islâm ülkelerini yok olmaktan kurtarmak amaciyla Islâm dünyasindan yardim toplamak (Menault, ayni eser, s. 36).

1. Dünya Savasi esnasinda Ingiltere, Mekke Serifi Hüseyin'i Osmanli hilafetine karsi isyan ettirmekle, Islâm dünyasinin Hüseyin'in arkasinda toplanacagini, hiç olmazsa onun manen desteklenecegini ummustu. Ne var ki, beklenilen gelismeler bu dogrultuda olmamis, aksine Halifeyi en zor aninda "arkadan vurma çilginligi"ni gösteren Hüseyin siddetle kinanmaktan kurtulamamistir. Bu noktada Ilk protesto, Mevlana Abdülbari'nin liderligindeki Hüddâmü'l-Kâbe Cemiyeti'nden gelmistir. Abdülbari, Hind ulemasindan bir fetva çikartarak Serif Hüseyin'i lanetletir, bu arada Halife'ye karsi olan bagimliliklarini ise perçinlettirir. Güney Asyali Müslümanlarin bu çabalari Türkiye'ye su sekilde yansir:

"... Müslümanlarin halifesine isyan eden Mekke Emiri Hüseyin'in bu alçakça hareketi Hindistan'da duyulur duyulmaz her yerde toplantilar yapildi, nutuklar ve hutbeler irad edildi. Öncelikle Hindistan'daki müslüman basin, Hüseyin'in böyle bir zamanda Islâm halifesine karsi isyan etmesini Islâm dünyasinin kalbine dogrultulmus bir hançer olarak telakki etmistir. Daha sonra ise, Hind 0ttihad-i Islâm Cemiyetinin bütün subeleri birleserek bu haince harekete karsi durulmasini, Hüseyin taraftarlarina düsmanlik ilan edIlmesini ve Islâm Serîati'ni temelden sarsacak olan bu isyani destekleyecek her türlü yardimdan kaçinmasi için hükümete müracaatta bulunulmasini kararlastirdi... Her ne kadar Hindistan'daki Ingiliz gazeteleri ile bazi Mecusi basini Hicaz'daki kiyami, Hind Müslümanlarinin menfaatleri açisindan hayirli bir gelisme seklinde degerlendiriyorlarsa da bu isyan, Hindlilerce genel kabul görmedi. Zira görüyoruz ki, Hind Müslüma n lari bu kiyama asla taraftar olmadiklari gibi, baska cemiyetler akdederek, Ittihad-i Islâm subelerini birlestirerek hep bir agizdan Serif Hüseyin'in yaptigi Isleri pek agir bir dille kiniyorlar ve onun yaptigi kiyami bir hiyânet ve küfür olarak telakki ediyorlar. KIsacasi Hind basinini gözden geçirenler görürler ki, -dogrudan dogruya Ingiliz emellerini destekleyen birkaç istisna disinda- genelde Hind basini, Serif Hüseyin olayini kinama noktasinda müttefiktirler" ("Sâbik Mekke Emiri Hüseyin ve Hind Matbuati", Sebilürresad, c. XIV, s. 179-180 ve 192-193, Istanbul 6 Tesrin-i Evvel 1332).
 

MEDINE FATIHI FAHREDDIN PASA

Osmanli Imparatorlugu, 1. Cihan Harbi'nde yedi cephede düsmanlanyla carpisti. Bu cephelerden Filistin-Hicaz cephesinde maalesef yenilmistik. Mondros mütarekesi hükümlerine göre bütün ordumuz silahlarini teslim ederek, kendileri de galip müttefiklere teslim olacaklardi. 0 cephedeki diger ordularimiz teslim oldu, bunun tek istisnasi Hicaz kumandani Fahreddin Pasaydi. Istanbul'dan kendisine yapilan 'teslim ol' emrini dinlenmiyor, 'ben Efendimiz (sav)'in merkad-i mübareklerini teslim edemem' diyor, bütün telkinleri geri ceviriyordu.

Her ne kadar Ingilizler, Medine-i Münevvere'ye dorudan girememis ve askerini sokamamislar ise de, meshur casuslari 'Lawrens' vasitasiyla satin aldiklari bazi kabile seyhleri ve o zamanki Mekke Serifi vasitasi ile Medine'yi tazyik ettiriyorlardi. Neticede Mescid-i Nebeviyi, Merkad-i Mübareki ve o mukaddes beldeleri aylar süren, ac ve susuzluga ragmen devam eden müdafaa neticesinde teslim etmek mecburiyeti hasil oldu. Oradaki rnukaddes emanetlerden, 80 sandik kadarini zabitlar tutarak, lstanbul'a gönderdi. Gerci bazi sandiklar o zamanin Sam valisi tarafindan acilmis ise de emanetlerin bir kismi Istanbul'a gelmistir.

1919'dan sonra ülkesine dönen Fahreddin Pasa 1948'de vefat etmistir.

Peygamber ve Medine asigi bu kahraman pasamiza Allah'dan Rahmet diliyoruz.

 

Istanbul’da ilk metro

17 Ocak 1875 günü Istanbul’un ilk “Yeralti treni/Metro”su hizmete girmisti. Sultan Abdülaziz Hân’in saltanatinin son yillarinda çalismaya baslayan ve halk dilinde “Tünel” diye anilan “Yeralti treni” on dokuzuncu yüzyil Istanbul’undan günümüze kadar gelebilen yegâne vesait-i nakliyedir.

Karaköy’le Beyoglu’nu birbirine baglayan ve Fransizlarca “Metro” diye anilan bu vesait-i nakliyeye Türkçe’de “Yeralti treni” demek varken Baticiligimiz icabi (!) “Metro” kelimesi aynen alinmis ve Istanbul’un trafik kesmekesinin halli mevzuunda bu kelime son yillarda da sik sik tekrarlanir olmustur.

Henry Gawan adli bir Fransiz mühendisi Dogu’ya yaptigi seyahatte -Istanbul’a da ugramis ve o yillarda “Pera” diye anilan Beyoglu ile “Galata/Karaköy” arasini en kisa yolla birbirine baglayan Yüksek kaldirim’dan hergün pek çok sayida insanin inip çiktigini görüp o civarda açilacak bir yeralti yolunda isleyecek trenin büyük bir ihtiyaca cevap verecegini düsünmüs, tabii bu arada herseyden evvel isin “kâr” yönünü hesaplamis ve Fransa’ya döner dönmez taninmis insaat firmalariyla temasa geçmistir.

Fransiz firmalarindan iltifat göremeyen Henry Gawan, daha sonra Ingilizlere müracaat etmis ve Istanbul’un ilk yeralti treni Ingilizlerce insâ olunup, tahminen yüz elli bin Ingiliz lirasina mal olmustur.

Bes yüz elli metre uzunlugundaki bu yeralti treni, 1914 yilina kadar Ingilizlerce isletilip bu tarihte bir osmanli sirketine devredilmis, 1939’da ise, IETT eline geçmistir. Ikinci Dünya Savasi’nda malzeme yoklugundan çalistirilamayan yeralti treni halen faaldir.

Çiragan Sarayi yangini

1908 Mesrutiyeti’nin ilk Meclis-i Meb’usâni Ayasofya’daki binada toplanmis iken, sonralari Meclis baskani Ahmed Riza’nin israriyle Çiragan Sarayi’na tasinmistir. Bu nakil isine zamanin pâdisahi Sultan Resad muhalefet etmisse de, Ahmet Riza Bey isi bir oldu bittiye getirmis, büyük masrafla Çiragan ta’mir olunmus, bu arada Yildiz Sarayi’ndaki kiymetli san’at eserleri de Çiragan’a tasinmistir!..

Bu sekilde Meclis-i Meb’usân ittihaz edilen Çiragan Sarayi 90 yil evvel 19 Ocak 1910 Çarsamba günü yanmis, muhtesem bina ile beraber nadide san’at eserleri ve ilk Meclis-i Meb’usan zabitlarinin mühim bir kismi maalesef kül olmustur!..

Sözde elektrik kontagi ile yanan ve deniz suyundan dahi istifade edilemeden iki saat içinde kül olan Çiragan yangini dolayisiyla Iltihatçilar pek fena hirpalanmislardir. 

Hazin son


Millet kaniyla, caniyla Istiklal Savasi'ni kazanmis, büyük bir mücadeleyi atalarina lâyik oldugunu göstererek zafere götürmüstür.

TBMM'nin 1 Kasim 1922'de çikardigi iki madelik kanunla saltanat kaldirildi. Yalniz hilâfet müessesi birakildi. Halifeyi de Ankara'daki Meclis Osmanli sehzadeleri arasindan seçecekti (Ne var ki Halifelik müessesi bu sözlere ragmen 1 sene sonra kaldirildi, M.K.)

Böylece Sultan VI Mehmed Vahidüddin'in padisahligi sona ermis bulunuyordu. Yalniz haliflelik sifati kalmisti. Bu da kisa bir süre sonra Sultan Abdülaziz'in oglu Abdülmecid Efendi'ye verilecekti. Sultan Vahdettin ise ülkeyi terk zorunda kalacakti (Son halife Abdülmecid Efendi'de bir sene sonra çikan ve, halife dahil, bütün Osmanli hanedaninin ülkeyi terk etme zorunlulugu getiren 431 sayili kanuna göre ayni kaderi tatti, M.K.).

Çünkü hayatini tehlikede görüyordu. Ankara'daki söylenenler bunu dogrular sekildeydi. Istanbul'daki isgal kuvvetleri komutanina müracaat ederek, baska yere naklini istedi. Ve 17 Kasim 1922, yilinin hüzünlü bir sabahi, Ingilizlerin "Malaya" isimli zirhlisiyla ülkesinden ayrildi (Abdurrahman Dilipak'a göre ise Sultan Vahdettin Ingilizler tarafindan kaçirilmistir, bak. Abdurrahman Dilipak, Bir baska açidan kemalizm, Beyan yayinlari, M.K.)

Agliyordu. Ama bir tesellisi vardi. Yabanci isgali kirilmis, vatan topraklarinin tamami degilse de bir kismi kurtarilmisti.

Saraydaki bütün kiymetli esyalari bütün hazineyi götürmesi için hiçbir engel yoktu. Ama O, Osmanli hanedanina mensuptu. Kendisinden çok vatanini, milletini düsünürdü. Atalarinin kurdugu bir devletin hükümdariydi. Sahsi serveti dahil, hiçbir seye elini sürmedi. Bes parasiz denebilecek halde atalarinin yurdunu terk etti.(Sultan Vahdettin'in çileli gurbet hayati için bak. Kadir Misiroglu, Osmanogullarinin drami, Sebil yayinevi, M.K.). Fransa'da vefat ettigi zaman cenazesine haciz konmustu. (Cenazesi birçok israr ve Inönü'nün sözlerine ragmen Türkiye'de defni'ne izin verilmedi ve son çare olarak Medine'de defnedildi, M.K.)

OSMANOGULLARIN DRAMI

Düsünün ki bir sehzade ölmüstür. Belediye kendi imkanlari ile bir mezarlik yeri vermedigi için, cenazesi Mans Denizine atilmistir. Bu, Sultan Abdülhamid'in ogludur.

 

Yine Nice'de parkta bir sehzade ölü olarak bulunuyor. Bankada son nefesini vermeden bir mektup yazmis ve gögsüne ilistirmis. Mektupta söyle diyor. "Benim ölümümden kimseyi mesul tutmayin, ben açliktan ölüyorum. Yelegimin iç cebinde beni Islamî usullere göre Müslüman mezarligina defnedecek para vardir." Fransiz polisinin degerlendirmesi de "daha birkaç ay yasayacak kadar parasi oldugu halde cenazesini düsünüyor, bu enayiymis" oluyor.

•••

Abdulhakim Arvasi (rahimehullah) 1940'larda buyurmus ki: "Biz Sultan Aziz'in ahini çekiyoruz. Sultan Hamid'in ahina daha sira gelmedi. Biz bu hanedana yapilan zulme kayidsizligimizin cezasini çekiyoruz. Hanedan bedduasi müthistir. Bizim ecdadimiz, hanedan bedduasindan korkardi. Çünkü onlarin liderlikleri Allah'in tensibi takdiri ve kendi bileklerinin hakkiydi. Birçok Avrupa ülkesinde oldugu gibi, kimse onlari Türk Milletinin basina memur olarak koymamistir.

Bu aksamdan itibaren

Osmanli Hanedani' ndan hiç kimse kalmayacak

 

 

Aksam 7 Mart 1925

Osmanli hanedaninin bütün erkekleri bu gün aksama kadar hudutlarimizi terke mecburdurlar. Malum oldugu gibi bunlarin bir kismi dün muhtelif yerlere gitmisler, bir kismi da bugün gitmek üzere kalmislardir. Hanedan azasi önce gidecekleri yerleri tespit ettikten sonra polis müdürlügü gidecekleri memleketlere kadar aile biletlerini almis ve harcirahlarini vermistir. Polis Müdür Muavini Kamil Bey ayrica hanedan azasinin her birine birer senet mukabilinde bin lira (125 sterlin) vermistir. Vali Haydar ve Emniyeti Umumiye Müdürü Muhittin beylerin verdikleri izahata göre bu alelhesap verilmis bir miktar olup bir müddet sonra gidenlere ihtiyaçlarini temin etmek üzere para gönderilecektir.

Tarih 10 Mayis 1928. Devrin Maarif Vekili Bay Necati, Ankara'da bir gösteriyi izlerken. Necati'nin ismi, Kuran'i tarihe gömme çalismalarindan ötürü(!) önemli caddelere verilmistir. Ankara'daki meshur Necati Bey caddesi de bunlardan biridir.

 

BAY NECATININ OLÜMÜOnk. Dr. Haluk NurbakiRahmetli babam o zamanlar Konya'nin tek gazetesi olan "Babalik" gazetesinin basyazari idi. Ondan isittigim su olayi aynen naklediyorum:"Devrin ilk Maarif Vekillerinden (Milli Egitim Bakani) Necati Konya'ya gelmis ve Latin harflerinin üstünlügünü(!) anlatmak üzere bir konferans düzenlemisti. Sehrin her tarafina yapistirilan ilanlarda:"Eski Harflerle Birlikte Kur'an'i da Tarihe'e Gömdük" yaziyor ve konferansin ertesi gün saat 10'da verilecegi belirtiliyordu.Aksam, mükellef bir ziyafet verildi. Yemekten sonra bay Necati, ani bir apandist krizine yakalandi ve hemen hastahaneye kaldirilarak ameliyat edildi. Gösterilen itinayi anlatmaya lüzum yok, bütün hastahane hatta Konya ayakta idi. Bay Necati kurtulmus, fakat ne çare ki haddini asarak Kur'an'a dil uzatmisti. Gece yarisi, imkansiz denebilecek bir sey oldu ve Bay Necati'nin yatagi yan demirinden kirildi. Hasta yere düsmüs ve ameliyat yeri patlamisti. Ertesi gün saat 10'da, yani konferansin yapilacagi bildirilen saatte öldü." Kur'an'i tarihe gömmek isteyenler, tarihin en kokusmus sahifelerine gömüldüler.

 

 

 

 

 

 

 

 

Osmanli'nin o hasmetli ve izzetli insanlarinin torunlari bir gecede Avrupa'ya atildigi zaman, kimse onlarin halini hatirini sormadi. Hanedan sülalesinin erkekleri ekseriyetle askerdi, meslekleri disarida geçmedi. Buradaki mallari da tarümar edildi. Ayrilacaklari gece evlerini soydular ve Türkiye'nin disinda hepsi aç birakilip öz vatanlarindan uzakta ölüme terkedildiler.

•••

Hanedan mensuplarindan çogu, Sultan Vahidettin basta olmak üzere Sam'da Selimiye Camii Serifinin avlusunda medfundur. Halife Abdülmecid Efendi Medine'de Cerinet'tül Bakiye defnolunmustur.

1944'den 1954 e kadar mücadele edilmistir. Bir Ali Osman'a yakisan da böyle vatan topragina gömülmeyi istemektir.

Mesela O'nun oglu Sehzâde Ömer Faruk Efendi Misir'da vefat etti. Misir bir Müslüman topragi oldugu halde Türkiye'de isbasina gelen herkese mektup yazmistir. "Her türlü siyasî haktan mahrum olarak vatanda yasamama müsaade edin. Bogaziçi'nde balikçilik yapmaya raziyim" diye Cemal Gürsel'e bile mektup yazdi. Sonunda kabul edilmeyecegini anlayinca, o sirada Hanedan hakkinda bir yazi yazmis bulunan rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'ye bir mektup yazarak "Bizi vatana kabul etmeyeceklcrinden emin oldum. Bir zarfin içine Allah rizasi için bir avuç vatan topragi koyun da hiç olmazsa kabrime konulsun" diyecek kadar vatan hasreti içinde kivranmis bir insandi.

Bunun diger bir misali de Sultan Abdülhamid'in kizlarindan birisi olan Zekiye Sultan'dir. Kocasi da Gazi Osman Pasa'nin ogludur. Nice'de vefat ettiginde vasiyet etti ki, "bir gün müsait olursa beni vatan da defnedin". Bu sebeple cenazesi Nice'deki bir kilisede tahnit edilmis (ilaçlanmis) olarak 30 sene bekledi. Sonunda kilise mensuplari götürüp bir yere defnettiler.

•••

...Sultan Vahdettin aç'ti. Öldügü zaman Italyan bakkallarina 150 bin liret borcu vardi. Tabutuna haciz karari geldi.

Ve "Bu tabut para ödenmeden kaldirilamaz" diye tabuta yazi asildi.

•••

 

 

Vahidettin Italya'ya ilk gittigi zaman, San Remo'da kiralik bir villada kalmaya basladi. Oradayken Kral Emanuel, Vahdettin'e bir yaver gönderdi. "Ulkenin muhtelif yerlerinde saraylarim vardir. Zatiali nerede oturmak istiyorsa emrine" amadedir. Kendisine aylik su kadar liret tahsis edilmistir" dedi. Sultan Vahdettin bunlarin hiçbirisini kabul etmedi. Yaveri Miralay Fahri Engin o sirada tercümanlik yapiyordu. "Efendim bu kadar ikrami reddediyorsunuz. Herhalde mutfaginizda kuru sogan bile olmadigini bilmiyorsunuz" dedi. Bunun üzerine Vahdettin "Fahri Bey, Maiyeti saniyemde bulunmaya mecbur degilsiniz. Zor geliyorsa ayriliniz. Ben Müslümanlarin halifesi sifatiyla bir gayri müslim hükümdarin ihsanini kabul edemem" dedi.

•••

Mahmut Sevket Efendi'yi ziyarete gitmistik. Bir Fransiz kasabasinda oturuyordu. O siralar kizi Avinyon'da ameliyat olmus. Birlikte onu ziyarete gittik. Odasina girdigimiz zaman kizi konusamiyordu. Mahmud Sevket Efendi "Nermin" diye sesleniyor, kizinda cevap yok. Nermin isaretle kagit kalem istedi, bulduk. Yazdi ki "ameliyat ederken yanlislikla dilimi kestiler konusamiyorum." O adamin karyolanin üzerine bir abanisi yardi. Dünyada bir kizim var, bundan sonra o da böyle dilsiz mi kalacak?" diye. Ben hayatimda, aniden bir insan yüzünden böyle ter aktigini görmedim. Sonra bana döndü dedi ki: "Osmanogullarinin dramini yazip bizi aleme mi acindiracaksin? Hiristiyanlara da "Müslümanlari asirlarca zaferden zafere kosturmus bir aileden iste böyle intikaminizi aldiniz, sizin arzu ettiginizden daha büyük facialara sürüklendiler? diye mi göstereceksin?" Bu söz, onlarin gurbet hayatini anlatirken daima kulaklarimda çinladi.

Abdülmecid Efendi'nin oglu ve Sultan Vahdettin'in damadi Ömer Faruk Efendi ve bir kaç kisi, mutfak kapisindan tabutu kaçirdilar, Sam'a götürüp defnettiler. Sonradan kizi, Italyan bakkallarin borcunu ödedi.

Paris Camii'nde cenazesi 10 sene beklemistir. Kendisi öyle vasiyet ettigi için

ANKARA ANADOLU TİCARET  
   
ANKARA ANADOLU TİCARET MESLEK LİSESİ  
  ATATÜRK’ ÜN ANKARA TİCARET MESLEK LİSESİNİ ZİYARETİ



Ulu önder, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün okulumuzu ziyareti özel bir sergi nedeniyle gerçekleşmiştir.



Cumhuriyetin onuncu yıl dönümü şerefine, başkanlığını TBMM Reisi Kazım Paşa’nın (ÖZALP) yaptığı Mili İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin düzenlediği “Onuncu Yıl İktisat Sergisi” okulumuzda açılmıştır.



31Ekim1933 günü okulumuzun birkaç odasında düzenlenen sergide; sanayi, ziraat ve hayvancılıkla ilgili milli ürünlerimiz sergilenmiş bir de kitap panayırına yer verilmiştir. Bu ürünlerin yetiştirildiği yerleri gösteren özel haritalar da sergiye ayrı bir renk katmıştır. Yabancı misyon şeflerini etkileyen bu sergiyi Mustafa Kemal Atatürk; 2 Kasım 1933 günü gezmiş ve pek beğenmiştir. Beğenisini ve o günkü okul müdürü Şevket Süreyya Aydemir’e olan takdirlerini Ticaret Meslek Lisesi özel defterine şu cümlelerle yazmıştır:





“Gördüklerim yüreğimi sevinç ve büyük umutla doldurdu. Türk çocuklarının yüksek ve kabiliyetine inancım tamdır. Bunun bin bir delili görülebilir. Fakat bugün burada gördüğüm eser herhalde, görülmeye ve takdir olunmaya değer en kıymetli bir beşarettir. Bu bilgi yapısında yetişmek fırsatına erişen çocuklarımızı tebrik eder ve memlekete faydalı olmalarını dilerim. Kıymet ve kudretini canlı eser ile göstermiş bulunan müdür Şevket Süreyya Bey’i takdir eder ve kendisinin daha geniş çalışma eserlerini iftiharla göreceğime olan inancımı beyan eylerim.”



Gazi Mustafa Kemal

2 / İkinci Teşrin/ 1933
 
ReDbULLBcOnE  
  Türkiye uluslar arası Break Dance yarışması Redbull BC One’da ülkesini temsil edecek b-boy’unu arıyor. 20 Mayıs Pazar günü yapılacak olan ve giriş ücretinin olmayacağı organizasyonda birinci gelen b-boy Fransa’daki Redbull BC One Avrupa Elemeleri’nde Türkiye’yi temsil edecek. Ortaköy – Club Crystal’de düzenlenecek organizasyonda b-boyların yakından tanıdığı DJ Markone b-boylara eşlik edecek. Jüri koltuğunda ise Fransa’nın dünyaca ünlü 3 grubundan 3 isim var: Yamson (Wanted) Rodolphe (Pokemon) ve Gurkan (Family). Yarışmaya katılmak isteyenlerin 15 Mayıs’a kadar küçük bir tanıtım videosu hazırlayıp Youtube’a yüklemesi ve adresini başvuru formuyla (haberin devamında mevcut) birlikte bconeturkey@gmail.com’ a göndermesi gerekiyor. Katılım sonucunda 16’lık iki grup halinde 32 kişi seçilecek. Yarışmaya katılacak herkese başarılar diliyoruz.

 
BAGLANTILAR  
  eray_club122@hotmail.com-
vassili.zaitsev@hotmail.com
eray_carlos_tevez22@hotmail.com
 
tarih bilimine giriş  
  TARİHİN TANIMI: Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini YER VE ZAMAN bildirerek, SEBEP-SONUÇ ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Araştırma alanı olarak, tarih insan kayıtlarına, yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin, tarihe ilişkin güncel düşünce çerçevesiyle yorumlanmasıyla oluşur.

Tarih kelimesinin Batı dillerindeki tüm karşılıkları Grekçe istoria, istorien sözcüğünden gelmektedir. (Latince: his-toria, İtalyanca: storia, Fransızca: histo-rie, İngilizce: history, Almanca: Histo-rie). İyonya lehçesinde bildirme, haber alma yoluyla bilgi edinme anlamlarında kullanılan kelime, Attika lehçesinde görerek, tanık olarak bilme anlamlarının yanı sıra çok daha geniş bir anlam içeriğiyle fizik, coğrafya, astronomi, bitki ve hayvan bilgisi ve hatta giderek doğa bilgisini kapsayacak şekilde kullanılmıştır.

Konu başlıkları [gizle]
1 Tarihi kaynaklar ve yöntem
1.1 Kaynakların kullanımı
2 Tarih biliminin geçmişi
3 Tarih Yazıcılığı
3.1 Hikayeci Tarih Yazıcılığı
3.2 Ögretici Tarih Yazıcılığı
3.3 Araştırmacı Tarih Yazıcılığı
4 Tarihin Yararlandığı Bilimler
5 Bakınız
6 Dış kaynaklar



Tarihi kaynaklar ve yöntem [değiştir]Tarihçiler araştırmalarında çok çeşitli kaynaklar kullanırlar. Bu kaynakların önem sırasına göre belirli bir hiyerarşi içinde sınıflanması ve yorumlanması tarihçinin temel çalışma yöntemidir.


Kaynakların kullanımı [değiştir]Tarih bilimi nesnel verilere, olgulara dayanan bir bilimdir, ancak nesnelliği bütünüyle yansıtması mümkün değildir. Tarihî çalışmaların birinci elden kaynaklara, arşiv belgelerine dayalı olması bu çalışmaların inceledikleri konu üerine mutlak bilgi verdiği, son sözü söylediği anlamına gelmez. Bu durumun nedenleri kaynaklara bağlı (nesnel) ve tarihçiye bağlı nedenler olarak ikiye ayrılabilir:

Arşiv belgeleri her zaman güvenilir bir kaynak teşkil etmez; örneğin resmi kayıtların henüz kaleme alındıkları sırada gerçekten uzak bilgiler yansıtmaları olasıdır. Tarihçi bu olasılıkları da göz önünde bulundurarak kaynaklara karşı eleştirel bir yöntem izler.
Kullanılacak olan belgelerin seçimi, sunuş şekli, tarih çalışmasının amacı, tarihçinin kişisel siyasi-ideolojik tercihleri, tarihçinin eser verdiği dönemin siyasi-ideolojik koşulları gibi çeşitli nedenler, tarih yorumlarına etki eder. Dolayısıyla aynı arşiv belgelerinden yola çıkılarak farklı tarih yorumlarına ulaşılması olasıdır

Tarih biliminin geçmişi [değiştir]
Herodot büstüTarih biliminin ilk yazılı kaynakları Sümerler daha sonra Mısır, Hitit, Çin ve Hint uygarlıklarındaki dini mitoloji içerikli de olsa bir takım bilgilere sahip olan belgelerdir. Tarih yönteminin gelişmesine, eski Yunan uygarlığı'nda yaşayan Heredot ve Thukydides büyük katkılar yapmışlar. Bu anlayış Büyük Roma İmparatorluğu döneminde Polybos tarafından devam ettirilmiştir. Ayrıca Çin’de Pan ailesi (M.S. I. yy) ile Du’yun (732-812)'da tarih bilimine önemli katkılarda bulunmuşlarıdr.

İslam'da tarih biliminde en büyük atılım Kur'an ile olmuştur.Kur'an'ı Kerim'deki kavimler, peygamberler v.s. hakkında bilgiler bulundurması ayrıca hadislerin toplanması işi tarih yazıcılığını geliştirmiştir.

Avrupa'da Reform ve Rönesans ile birlikte filozofların bilimin yöntem, amaç ve kavramlar konusundaki fikirleri Tarih bilimini de etkilemiştir. Voltaire doğa bilimlerinde olduğu gibi tarih biliminde de yasaların olabileceğini söyler.


Tarih Yazıcılığı [değiştir]İlk olarak eski yunan da mö 5. yüzyılda yaşamış olan herdeot'un yazdığı tarih historia bu türün ilk örneğidir. bu tür yazıcılığında hikâye e efsanelerle dolu bilgiler nakledilir. genellikle yer ve zaman dan bahsedilmedikce birlikte sebep sonuç ilişkileri üzerinde çok durulmaz.ancak herdet, layları peşpeşe sıralnamakla kalmayıp onları bir düzen içerisinde aktarmıştır. xvııı. yüzyıla kadar avrupa ve islam dünyası tarihçiliğinde bu tarzda kaleme alınan eserler vardır Tarih yazma çeşitleri birbirinden dil özellikleri ve anlam bakımından bir birinden farklılık gösterir ve üç çeşit tarih yazısı vardır.Bunlar:


Hikayeci Tarih Yazıcılığı [değiştir]Öğretici tarzda eser veren tarihçiler mensup oldukları toplumu harekete geçirerek milli birlik ve ahlaki değerleri geliştirmeeyi istemillerdirbu tarz tarih yazıcılığında topluma fayda sağlamak amaçlanır. bu tarzın ilk yemsilcisi heredottur.büyük yenilgileri takip eden zamanlarsda ya da toplımın fikir yönünden birlik içinde olmadığı dönemlerde bu eserler ilgi çekmişt,r. özellikle avrupada ve tüerkiyede xıx. yy. la kadar bu tarih yazıcılığı devam emiştir İlkçağ'da ortaya çıkmıştır. Bu tarihçilik anlayışına göre olaylar hikâye yoluyla anlatılır ve daha çok efsanelere yer verilir. Yer ve zaman genel olarak belirtilir; lakin olaylarda olağanüstü varlıkların olmasından ötürü tutarlı olması zorlaşır ve neden-sonuç ilişkisi tam olarak kurulamaz.


Ögretici Tarih Yazıcılığı [değiştir]Okuyucuya tarihi olaylardan ders çıkarmak, milli ve ahlaki değerleri benimsetmek için yazılan anlatım tarzıdır. Bu tarzın önderliğini Thukydides yapmış ve tarihi, siyasi öğretimin bir parçası haline getirmiş, bu sayede tarih bilimin sosyal bilimler içinde nerede olduğunu belirlemiştir.

Bu biçimde örnek teşkil etme prensibiyle hareket ettiği için başarısızlıklar birkaç cümle ile yazılırken başarılar ve kahramanlıklar büyük yer kaplamakta ayrıca bu başarılarda belirgin şekilde ortaya çıkan kişiler kahraman olarak görülür bazen doğa üstü varlıklar olarak aks edilir.


Araştırmacı Tarih Yazıcılığı [değiştir]Olayların sebeplerini ve sonuçları derinlemesine inceleyerek, yer ve zaman bakımından dönemin toplumsal, ekonomik yapılarını, iklim ve diğer bütün şartları detaylı şekilde düşünerek, olayları sadece tek bir sebebe bağlamadan sade şekilde anlatılması tarzıdır.

Tarih konusu üzerinde, Alman filozof Karl Marx tarafından geliştirilen materyalizm görüşü de önemli yer tutmaktadır. Materyalizm'in bu tarih konusunda ki görüşüne tarihsel materyalizm denir.


Tarihin Yararlandığı Bilimler [değiştir]Arkeoloji:Özellikle yazının olmadığı dönemlerdeki koşullar hakkında bilgi sağlamasıyla tarihçilerin yararlandığı bilimdir.
Antropoloji:Toplumların ırk yapılarını inceler.
İktisat:Ekonomik olayların kanunlarını ortaya koyan iktisat bilimi geçmişteki olayların iktisadi sebeplerinin anlaşılması konusunda tarihçilere ışık tutar.
Filoloji:Dil bilimidir.Eski kaynakların çevrilmesi ve incelenmesi konularında tarih bilimine yardımcı olur.
Nümizmatik:Eski paraları inceler.
Heraldik:Armaları inceler.
Felsefe:Tarihteki olaylarda dönemin felsefesini bilmek ve düşünce yapısını öğrenmek tarihçinin olayları daha derin anlayabilmesini sağlar.
Epigrafi:Taş ve mermer kitabelerin üstündeki yazıları inceler.
Kronoloji:Tarihi olayların zaman içerisindeki yerini belirleyen, sıralayan ve düzenleyen bilimdir.
Sosyoloji:Toplumu incelemesiyle tarihi olaylardaki toplumların özelliklerinin bilinmesi konusunda tarih bilimine yardımcı olur.
Etnografya:Toplumun örf, adet ve geleneklerini inceler.
Paleografya: Eski yazıları inceleyen bilim dalıdır.Yazılı kaynakların anlamlaştırılması bağlamında tarihçilerin faydalandığı bir bilimdir.
Coğrafya: Tarihçi olayları daha iyi anlamak için geçtiği yeri bilmek zorundadır.O yerin dağlarını, nehirlerini, toprak özelliklerini v.b. gibi bilgileri ona coğrafya bilimi verir.
Diplomasi: Resmi belgeleri inceleyip, sınıflandırarak tarihçiye yardımcı olur.
Toponomi : Yer adları bilimi
Sigolografi : Armaları inceleyen bir bilimdir.
Secere-Soy Kütüğü : İnsanların soylarını inceleyen bilimdir.
Onomastik : İsim bilimidir.
Psikoloji : İnsanların ruhi durumunu ve karakterini inceleyen bilimdir.

Türk Tarih Kurumu'nu tanıyalım

Video | Resim



Türk Tarih Kurumu Atatürk'ün eseridir. Türk ulusunun büyüklüğüne ve üstün uygarlık yeteneklerine içten inanmış olan Atatürk, onu en uygar milletlerin düzeyine çıkarmak için önce tarihini bilmesi ve bunun içinde onu ilk kaynaklardan kendisinin araştırarak öğrenmesi gerektiğine inanıyordu. Atatürk'ün direktifleriyle, 16 üye tarafından, 15 Nisan 1931' de "Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti" adı altında kurulan Kurum'un adı 3 Ekim 1935'te Türk Tarih Kurumu'na çevrildi.

Bakanlar Kurulu'nun 21.X.1940 gün ve 2/14556 sayılı kararnamesiyle kamu yararına çalışan dernekler arasına alınan Türk Tarih Kurumu, 11.VIII.1983 gün ve 2876 sayılı yasa ile T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na bağlı bir kuruluş durumuna getirilmiştir. Anayasanın Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile ilgili maddesi ise şöyledir :

Madde 134. - Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak amacıyla; Atatürk'ün manevî himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzelkişiliğine sahip "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu" kurulur.

Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk'ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun; kuruluşu, organları, çalışma usulleri ve özlük işleri ile kuruluşuna dahil kurumlar üzerindeki yetkileri kanunla düzenlenir.

Atatürk, yaşamının son günlerine dek Kurum'un çalışmalarına kendisi önderlik etmiş, çalışma planını kendisi çizmiştir. Türk ve Türkiye tarihini aydınlatacak araştırmacılara yol gösterici nitelikte aşağıdaki direktifleri vermiştir:

".... Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."

"Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız."

Atatürk'ün Türk Tarih Kurumu'na ve çalışmalarına verdiği önem, 5 Eylül 1938'de düzenlediği vasiyetnamesinde parasal varlığından Kurum için de bir pay ayırmasıyla kanıtlanmıştır. Türk Tarih Kurumu'nun ana geliri, bu vasi- yetnameye uygun olarak, Atatürk'ün İş Bankası'ndaki hisse senetlerinden oluşmaktadır.

Atatürk'ten sonra gelen bütün Cumhurbaşkanları da Kurum'un koruyucu başkanlarıdır.

Kuruluşundan başlayarak çalışmalarını eski Türk Ocağı Halkevleri binasında sürdüren Kurum, 1940 yılı sonlarında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ayrılan bir bölüme geçmiştir. Ancak her gün zenginleşen kitaplığı, çalışmaları ve gelişen basımevi için bu yer yetersiz kalmış, 12 Kasım 1967 günü yeni binasına taşınmıştır. Bu yeni ve modern bina, 1980 yılında "Uluslararası Ağahan Mimari Ödülü"nü almıştır.

Atatürk'ün kurucusu ve koruyucusu olduğu Türk Tarih Kurumu'nun amacı Türk tarihi ile Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları incelemek ve elde edilen sonuçları her türlü yollarla yaymaktır. Kurum bu amaçlarını gerçekleştirmek için anma törenleri, konferanslar, seminerler, kongreler düzenler, kazılar yaptırır, Türk ve Türkiye tarihine ait kitaplar yayınlar.

Kurum, yeni buluşları ve bilimsel konuları tartışmak üzere, geleneksel duruma gelen ve günümüze dek aralıklarla toplanan Türk Tarih Kongreleri düzenlemektedir. İlk iki kongre Atatürk'ün koruyucu başkanlığında yapılmış, kongreleri kendileri izlemişlerdir.

I. Türk Tarih Kongresi, 2-11 Temmuz 1932 yılında Ankara Halkevi'nde yapılmıştır. Amacı yeni tarih görüşünün ve tarih öğretiminde tutulacak yolun öğretmenlere ve kamuoyuna anlatılmasıdır.

20-25 Eylül 1937 yılında Dolmabahçe'de yapılan II. Kongre, uluslararası nitelik kazanmış, yabancı bilim adamları da bu kongreye katılmışlardır. Bu Kongre, Türk tarihinin açıklanması ve belgelenmesi amacını gütmüştür. Ayrıca, Kongre dolayısıyla, tarih öncesinden Cumhuriyet dönemine dek yurdumuzda ve Ortadoğu'da gelişen büyük uygarlıkları, maketler, mülajlar, resimler ve grafiklerle canlandıran bir sergi düzenlenmiş ve bu sergi Atamızın ölümüne dek Dolmabahçe'de kalmıştır.

Türk Tarih Kurumu bundan sonra da uluslararası nitelikte;

15-20 Kasım 1943'te III.,
10-14 Kasım 1948'de IV.,
12-17 Nisan 1956'da V.,
20-26 Ekim 1961'de VI.,
25-29 Eylül 1970'te VII.,
11-15 Ekim 1976'da VIII.,
21-25 Eylül 1981'de IX.,
22-26 Eylül 1986'da X.,
5-9 Eylül 1990'da XI.,
12-16 Eylül 1994'te XII.,
4-8 Ekim 1999'da XIII.,
9-13 Eylül 2002'de XIV.
11-15 Eylül 2006'da XV.
kongrelerini düzenlemiştir. Kongre bildirileri Kurum yayınları arasında yayınlanmaktadır.

Kurum, kongreler dışında kurulduğu günden beri gerek üyeleriyle, gerekse üyeleri dışındaki bilim adamlarıyla çeşitli bilimsel toplantılar yapmış ve Türk tarihinin konularını, sorunlarını tartışmıştır. Ayrıca, Türk tarihinin büyük olaylarla, Türk büyüklerinin doğum ve ölüm yıldönümlerinde törenler ve seminerler düzenlemekte ve eserler çıkarmaktadır. Kongreleri sırasında ve belirli günlerde öğretici nitelikte sergiler düzenlemektedir.

Türk Tarih Kurumu, 1932'den bu yana çeşitli uluslararası kongre, konferans ve sempozyuma katılmış; üyeler bu toplantılara orjinal nitelikte bilimsel bildiriler sunmuşlardır.

Kurum, uluslararası bilim kurumlarının da üyesidir. "Uluslararası Akademiler Birliği" nin Türkiye'deki tek üyesi Türk Tarih Kurumu'dur.

Türk Tarih Kurumu, Türk ve Türkiye tarihi ve bunlarla ilgili çeşitli konuları içeren ve 1963 yılından günümüze dek süren "Atatürk Yıllık Konferansları" düzenlemektedir.

Kurum, amacı olan Türk ve Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyete hizmetlerini incelemek ve elde edilen sonuçları yaymak için XXXI dizi halinde yayınlar yapmaktadır. Bu yayınlarla özellikle Atatürk ve Türk devrimi tarihine ağırlık verilmiştir. Yayınlarımızın, birçok yabancı üniversite, akademi, bilim kurumu ve bilim adamı ile değişimi yapılmaktadır. Ayrıca, Kurum'un süreli yayını olarak, adını Atatürk'ün koyduğu "Belleten" 1937 yılından beri yayınlanmaktadır. Türk tarih biliminin sesini duyuran ve Türk araştırıcılarının çalışmalarını dünyaya tanıtan uluslararası bir üne kavuşmuş olup, bilim dünyasında takdir ve güvenle izlenmektedir. Kurum'un diğer bir yayını olan "Belgeler" 1964 yılından beri çıkmakta ve Türk arşivlerindeki belgeler açıklamalı olarak yayınlanmaktadır. 1991 yılında yayınlanmaya başlanan "Höyük" ise kazı raporlarını içermektedir.

Kurum, Atatürk'ün direktifleriyle, Anadolu kültürünün eskiliğini ve bunu Orta Osya'ya bağlayan yolları ve belgeleri ortaya çıkarmak, ayrıca daha yeni ve klasik uygarlıkların Anadolu'daki kalıntılarını araştırarak, yurdumuzun tarih öncesi çağlarından bugüne kadar olan tarihini aydınlatmak için kazılar yaptırmaktadır. 22 Ağustos 1935'te, Kurum'un kendi parası ve kendi elemanlarıyla başlattığı ilk kazı "Alacahöyük Kazısı"dır. Bunu Trakya ve Anadolu'nun türlü bölgelerinde yapılan kazı ve arkeolojik araştırmalar izlemiştir. Bu kazılardan çıkan eserler pek çok müzemizde yer almaktadır.

Türk Tarih Kurumu'nun en başarılı işlerinden biri de bir ihtisas kütüphanesi kurmuş olmasıdır. Tarih ve arkeoloji alanında yurdumuzun en büyük kütüphanesi olan Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, araştırıcıların en büyük yardımcısıdır. Mevcut kitaplar, armağan, yayınlarımızla değişim ve satın alma yoluyla sağlanmaktadır. Kurum, ayrıca son çağlar tarihimiz için zengin bir arşive de sahiptir.

Türkler, dünyanın en eski, asil, büyük devletler kurup, pek çok ünlü şahsiyetler yetiştiren medenî milletlerinden biridir. Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yâfes’in Türk adlı oğlunun neslindendir.



Tarihî şahıs, boy ve millet adlarının oluşumuna göre, Türk kelimesinin aslı “türümek” fiilinden gelmektedir. Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında “türük” ve nihayet hece düşmesiyle “Türk” kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu’da bir kısım göçebeler de yürümekten “yürük” adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli kaynaklarda; “töreli, töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam” manâlarında kullanılmaktadır.



Coğrafî ad olarak Turkhia (Türkiye) tabiri ise altıncı yüzyıldaki Bizans kaynaklarında, Orta Asya için kullanılmıştır. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda, Volga’dan Orta Asya’ya kadar olan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkiye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye, Hazarlar’ın; Batı Türkiye ise Türk asıllı Macarların ülkesiydi. Memluklar’ın ilk zamanlarında, Mısır’a da Türkiye deniliyordu. Selçuklular zamanında, onikinci yüzyıldan itibaren Anadolu’ya Türkiye denilmeye başlandı. Türk kelimesini, Türk devletinin resmî adı olarak ilk defa kullanan, yedi ve sekizinci yüzyıllarda hüküm süren (681-745) Göktürk Devleti’ydi.



Bilinen en eski Türk kavmi, Çinlilerin Hiung-nu dedikleri, M.Ö. 3. asrın başından itibaren tarih sahnesinde görülen Hunlardır. Bu kavmin anayurdu, Tienşan’ın kuzey kesimiyle batıdaki Altay Dağları, Orta Urallar ve Hazar Denizi’nin kuzey hudutları içinde kalan vadideydi. Şenyu denilen hükümdarlarının ordugâhı, Orhun Irmağı kıyısında bulunuyordu. Nüfus çoğalması ve fetih isteği gibi iki büyük sebeple yayılmaya başladılar ve Çin hudutlarına kadar olan bölgeyi ele geçirdiler.



İslamiyetten Önce Türk Devletleri:



Türklerin kurduğu en eski devlet olan Hun İmparatorluğu, aynı zamanda, Türk askerî teşkilat ve idareciliğinin de ilk örneğidir. Osmanlılar zamanı dahil olmak üzere, bütün tarih boyunca Türk teşkilatının baş kaidesi olan, sağ ve sol ikili nizam, Hunlar tarafından kurulmuştur. Hun ordusu, on bin, bin, yüz ve on kişilik gruplar halinde, onlu sisteme göre oluşturulmuştu. Keçe çadırları içinde oturuyor ve besledikleri koyun, at ve sığır sürülerinden elde ettikleri ile geçiniyorlardı.



Hunlar, M.Ö. 3. yüzyılın sonlarında, Sarı Irmağın kıvrım yaptığı alana gelerek, Çin içlerine doğru akınlara başladılar. Çinliler, bu Türk kavminin süvarileri karşısında tutunamayıp, ağır yenilgilere uğradılar. Böylece Çin hakimi olan Ti-şin hanedanı, Çin Seddi’ni tamamlamaya çalıştı.



Türk kavimlerini toplayıp, imparatorluk halinde birleştiren ilk büyük Hun hükümdarı, Teoman Yabgu’dur (M.Ö. 220). Teoman Yabgu’dan sonra, Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete Han zamanında yapılan fetihlerle, Hun İmparatorluğunun toprakları, Hazar Denizinden Japon Denizine kadar uzandı. Bu topraklarda, çeşitli Türk kavimlerinin yanısıra, diğer Altaylı kavimler de yaşıyordu. Mete devri, Hun İmparatorluğunun en parlak devri oldu (M.Ö. 209-174).



Mete Han’dan sonra gelen yabgular zamanında, Çinlilerle ilişkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla, Türk ve Çin hükümdar aileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar, Hunların iç işleri bakımından bir çok karışıklıklara yol açtı. Buna rağmen Hun İmparatorluğu, M.Ö. 1. yüzyıla kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise, Türk beyleri arasında taht kavgaları gittikçe arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkleri zayıflatmayı bildiler. Neticede Hunlar, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Bunlara, Güney ve Kuzey Hunları da denir. M.S. 3. yüzyılın başlarında, başka bir Türk kavmi olan Siyenpiler, Hunlarla iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğolların ve bazı Türk boylarının da yardımıyla, Hunların hakimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu, tarihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğüydü.



Siyenpiler’le yaptıları savaşları kaybettikten ve Asya’daki Büyük Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra, Hunların bir kısmı, Dinyeper nehriyle Aral Gölünün doğusu arasındaki bölgeye yerleştiler ve 4. yüzyılın ortalarına kadar orada yaşadılar. Çin’den gelen Hun kitleleriyle çoğalan ve uzunca bir süre sakin bir hayat yaşamak suretiyle güçlenen bu Hunlar, iklim değişikliği ve geçim şartlarının bozulması sebebiyle, bu tarihten itibaren Batı’ya göç etmeye başladılar. O tarihlerde, Karadeniz kuzeyindeki düzlükler, bir Cermen kavmi olan Gotların işgali altındaydı. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Gotları (Ostrogotlar), batısında ise Batı Gotları (Vizigotlar) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya’da Gipidler, bugünkü Macaristan’da Tisa Nehri havalisinde Vandallar vardı. Hun başbuğu Balamir’in idaresinde, hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve gelişmiş bir süvari taktiğiyle hareket eden Hunlar, Önce Doğu, sonra da Batı Gotlarla karşılaştı. Yerlerinden kopan bu kavimler, batıya doğru hızla akarak, Roma İmparatorluğu topraklarını, Kuzey Karadeniz’den İspanya’ya kadar her tarafı alt üst ettiler. Böylece, Avrupa’nın etnik manzarasını değiştiren ve tarihte Kavimler Göçü denilen hadise meydana geldi. Âni ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik şekilde ortaya çıkan Hun akıncı birliklerinin, Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında büyük yankılar yaptı. Hunlar aleyhine, Latin ve Grek kaynaklarından inanılmaz rivayet ve hikâyelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep oldu.



Hunlar (Bkz. Avrupa Hun İmparatorluğu), 378 yılı baharında Tuna’yı geçtiler ve Romalılardan direniş görmaksizin Trakya’ya kadar ilerlediler. Bu arada daha büyük bir Hun kütlesi, Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yöneldi. Bu ikinci akıncı kolu, Güney Anadolu’dan Suriye’nin Akdeniz kıyılarına ve Kudüs’e kadar yıldırım hızıyla ilerledi. Sonbahar’da aynı yoldan Azerbaycan’a döndü. Batı’da ise Balamir’in oğlu Ildız’ın komutasındaki Hun süvari birlikleri, Bizans İmparatorluğunu barışa zorladı. Ildız’dan sonra hun tahtına geçen Karaton ve Rua zamanlarında da Bizanslılar, Hunlara vergi ödedi. Rua’nın 434′te ölmesi üzerine devletin başına Attila geçti. Attila zamanında Hunların hakimiyeti, Volga Nehrinin doğusundan bugünkü Fransa’ya kadar uzandı. Yönetimleri altında, çeşitli Türk boyları da dahil olmak üzere kırkbeş kavim yaşıyordu. Bunların çoğu, şimdiki Avrupa milletlerinin dedeleridir. Bizans, Hunlara verdiği vergiyi üç katına çıkardı. Attila, 451′de Hristiyan dünyasının merkezini zaptetmek üzere, yüz bin kişilik ordusuyla Roma önüne geldi. Ancak, Attila’nın önünde diz çöken ve Roma’nın kendisine boyun eğdiğini bildiren papa, kentin kurtarılmasını sağladı.



Attila’nın ölümünden sonra tahta çıkan oğulları İlek, Dengizik ve İrnek dönemlerinde, Hun birliği parçalandı. Ayaklanan Cermen kavimleriyle yapılan savaşlar, Hunları yordu. Sonuçta Orta Avrupa’da tutunmanın zorluğunu gören İrnek, Hunların büyük kısmı ile, Bizans’tan geçiş izni alarak Karadeniz’in batı kıyılarına döndü. İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görülen, sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa’da birer devlet kuran Bulgarlarla Macarların oluşumunda büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Geleneklere göre, Bulgar Türk Devletinin kurucusu Dulo sülalesiyle Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad Hanedanı, İrnek’i ata tanımaktadırlar.





 
Bugün 12 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!
ErAy Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol